ALLAH'IN
GÜZELLİKLERİNDEN BİR DEMET
-4-
... Hayır,
göklerde ve yerde her ne varsa O'nundur,
tümü O'na gönülden boyun eğmişlerdir.
(Bakara Suresi,
116)
HARUN YAHYA
Birinci Baskı:
Aralık 1999
VURAL YAYINCILIK
Çatalçeşme Sok.
Üretmen Han
No: 27/13
Cağaloğlu-İstanbul
Tel: (0 212) 511
42 30 - 638 21 72
Baskı: SEÇİL
OFSET
100. Yıl
Mahallesi MAS-SİT Matbaacılar Sitesi
4. Cadde No: 77
Bağcılar-İstanbul
Tel: (0 212) 629
06 15
GİRİŞ
Bilim adamları yıllardır canlılardaki şaşırtıcı
özelliklerin nasıl ortaya çıktığını araştırmaktadırlar. Bu canlıların nasıl
olup da bulundukları ortamla hemen hemen aynı rengi alabildikleri, başka bir
canlının görüntüsünü nasıl taklit ettikleri, savunma amaçlı kullandıkları
zehirlere karşı nasıl bağışıklık kazandıkları, nasıl olup da isabetli kararlar
verdikleri, normal şartlar altında düşman olması gereken canlıların nasıl olup
da sürekli beraber yaşadıkları, kendi aralarında nasıl iletişim kurdukları gibi
pek çok sorunun cevabı bilim adamları tarafından verilmeye çalışılmaktadır.
Oysa canlıların ortaya çıkışları ve sahip oldukları
özelliklerle ilgili bu gibi soruların tek bir cevabı vardır. Yeryüzündeki tüm
canlılar Allah tarafından yaratılmıştır. Bu, çok açık ve kesin bir gerçektir.
İşte, Allah’ın Güzelliklerinden Bir Demet-4 adlı bu
kitapta benzer soruların cevapları ile birlikte canlıların davranışlarından ve
vücutlarındaki tasarımlardan çeşitli örnekler verilmektedir. Kitabın amacı, bu
serinin diğer kitaplarında da olduğu gibi, tüm canlıların Allah’ın varlığının
delilleri olduğunu bir kere daha okuyucuya hatırlatmaktır.
Dünyanın neresine gidilirse gidilsin, hangi canlı
incelenirse incelensin sonuç değişmeyecektir. Tüm evrene hakim olan kusursuz
bir düzen vardır. Ve bizler gördüğümüz her canlıda bu düzenin kusursuzluğuna
bir kere daha şahit oluruz.
Canlılardaki tasarım örnekleri, bize bu olağanüstü
düzeni yaratmış olan Allah’ın benzersiz sanatını ve gücünün sınırsızlığını
tanıtan ayetlerden, yani delillerdendir. Önemli olan bu ayetleri görebilmek ve
Allah’ın yüceliğini, büyüklüğünü takdir edebilmektir. Allah bunu takdir
edemeyen kişilerin durumunu bir ayetinde şöyle haber vermektedir:
Göklerde ve yerde nice ayetler vardır
ki, üzerinden geçerler de, ona sırtlarını dönüp giderler. Onların çoğu Allah'a
iman etmezler de ancak şirk katıp-dururlar. (Yusuf Suresi, 105-106)
Hamletler'in Görüş Yetenekleri
Mavi Hamlet, mercanlarda yaşayan parlak renkli bir
balıktır. Başının iki yanında yer alan ve bedenine göre oldukça büyük olan
gözleri vardır. Gece avlanan mavi hamlet balığı bu sayede avını hiç zorlanmadan
bulabilir. Gündüz vakitlerinde ise mercan resiflerinin kuytu köşelerinde
düşmanlarından saklanır.
Our Amazing World Of Nature, Its Marvels &
Mysteries Reader's Digest, s. 145
Etkili Bir Tedbir: Milyarlarca Yumurta
Doğadaki pek çok canlı sayı olarak çok fazla yumurta
bırakır. Örneğin tek bir dişi Morina balığı bir seferde 6 milyon yumurta
yumurtlar. Deniz tarakları da tek bir
yumurtlamada 1 milyar yumurta üretebilir. Ve bu üretkenlik özelliklerini deniz
tarakları 30 ya da 40 yıl boyunca sürdürür. Karadaki böcekler de aynı stratejiyi
kullanır. Örneğin dişi meyve sinekleri her seferde 100'er yumurtalık kümeler
bırakır. Bu kadar çok sayıda yumurta üretimi, türlerin soylarının korunması
için alınmış ek bir önlemdir. Canlıların tümü kendilerini yaratan Allah'ın
kontrolü altındadır. Allah koruyandır, gözetendir ve her canlının ihtiyacını en
iyi bilendir.
David Attenborough, The Trials of Life, s. 16
Dayanıklı
Tatarcık Larvaları
Nijerya'da yaşayan bazı tatarcıkların larvaları
kayalıklarda bulunan derin olmayan gölcüklerde yaşar. Kayalık gölcüklerinin
suyu çekildiğinde larvalar da vücutlarındaki suyun %92'sini kaybederek kurur
ama ölmezler. Bu özellikleri sayesinde larvalar 1000C'den daha yüksek ısılara
bile dayanabilir. Öyle ki, kurumuş larvalar 10 yıl sonra bile suyun içerisine
konulduklarında birkaç saat içinde normal hayatlarına geri dönebilir.
Tatarcıkların vücutlarının %92'si kurumuşken tekrar yaşama dönebilecek bir
yapıya sahip olmaları, Allah'ın varlığının ve üstün kudretinin sayısız
delilinden yalnızca bir tanesidir.
Jill Bailey, Anticipating The Seasons, s. 30
Sümsük
Kuşları
Allah yarattığı tüm canlılara birbirinden farklı
özellikler vermiştir. Örneğin sadece kuşların arasında bile binlerce farklı
çeşitte üreme, yuva yapma, avlanma ve beslenme şekilleri vardır. Bu şekillerden
tek bir tanesini incelemek bile Allah'ın sınırsız gücünü görmek için yeterli
olacaktır. Dünyadaki çok sayıdaki kuş çeşidinden Sümsük kuşlarını ele alalım.
Sümsük kuşları öncelikle çok iyi birer dalıcıdır. Kanatlarını çırparak ya da
süzülerek uçtukları 30 metre kadar yükseklikten gözlerine kestirdikleri
balıkları avlamak için kanatlarını kapatır, ok gibi dimdik suya dalar. Ilıman
ve sıcak bölgelerde yaşayan bu kuşlar zamanlarını büyük ölçüde denizlerde
geçirir, kıyılarda ya da adalarda koloniler halinde ürerler. Kolonideki yuvalar
deniz yosunları ve çamurdan yapılmıştır. Kuzey yarı kürede yaşayan Sümsük
kuşları bir, Güney yarı kürede yaşayanlarsa iki tane yumurta bırakırlar. İki
aylık olduklarında erişkinler tarafından yalnız bırakılan yavrular açlık
hissiyle av bulmaya çıkar ve çoğu kez yuvalarından çıktıklarında hemen uçmaya
başlarlar.
Temel Britannica Ansiklopedisi, Cilt 6, s. 204
Çakır
Kuşu
Çakır kuşu yırtıcı atmacalardan biridir. Havada
süzülürken 800-1000 m. yukarıdan tavşan yavrularını fark edebilecek kadar
keskin gözlere sahiptir. Çok usta bir avcı olmasına rağmen Çakır kuşunun
avlanırken başarılı olamadığı zamanlar da vardır. Çakır kuşu tavşan ve diğer
memelileri yakalamak için dalışa geçtiğinde yakınlarında Karakuşlar'ın
özellikle Alkanatlı Karakuşlar'ın bulunması bir dezavantajdır. Çünkü bu kuşlar
acı çığlıklar atarak tavşanlara Çakır kuşunun geldiğini haber verirler. Bu da
Çakır kuşunun avını kaçırması demektir.
Bilim ve Teknik Dergisi, Ağustos 1986, s. 33
Sperm
Balinaları
Sperm balinalarının dişileri ve erkekleri normal
zamanlarda birbirlerinden ayrı yaşar. Tercih ettikleri sular birbirlerinden
tamamen farklıdır. Dişiler yaşamlarının büyük bir kısmını sıcak iklime sahip
tropikal ve astropikal sularda geçirir, erkekler ise dev boyutlardaki mürekkep
balıklarını avlamak için Kuzey Kutbu ve Antartika denizlerinin derinliklerine
dalar. Dişilerden üç kat daha ağır olan erkek balinalar sadece çiftleşmek için
tropikal bölgelere gelir. Erkek Sperm balinaları 20 m. uzunluğa sahip dev
canlılardır. Tüm hayvanlar içinde en büyük beyne sahiptirler ve beyinleri şekil
ve büyüklük olarak bir basketbol topuna benzer.
International
Wildlife, May/June 1995, s. 8
Ağaç
Kurbağaları
Ağaç kurbağalarından Hyla arborea kendi boyutuna
göre çok uzun bacakları olan (yaklaşık olarak 5 cm.) orta büyüklükte bir
kurbağadır. Bu kurbağa gece faaliyet gösterir ve parlak yeşil rengiyle gün
boyunca mükemmel bir kamuflaj örneği sergiler. Bu sayede düşmanlarına yem
olmaktan kurtulur. Ağaç kurbağaları oldukça çevik, hareketli hayvanlardır. En
ince dallara bile rahatça tırmanabilir, buralarda hiç zorlanmadan
yürüyebilirler. Küçük Cricket kurbağası ise (Acris gryllus) Kuzey Amerika'da
yaşayan 3 cm. boyunda bir ağaç kurbağasıdır. Ve kendi boyunun 3 katı kadar
sıçrayabilir. Yapışkan tabanları bu kurbağaların dallara ve yapraklara
tırmanabilmelerini sağlar. Uzun ince ayak parmakları da böcekleri yakalamaya
çalışırken ağaç dallarını sıkıca kavrayabilmelerine yardımcı olur. Geceleyin
avlanan bu kurbağalar çok keskin bir görüş gücüne sahiptirler.
Guinnes Books, Remarkable Animals, A Unique Encyc.
of Wildlife Wonders, s. 203
Klorofilsiz Orkideler
Avustralya'daki Rhizenthella gardneri adlı orkide
bütün ömrünü toprak altında geçirir. Orkidenin gövdesi çok kırılgandır ve
ucunda tek bir çiçek vardır. Gövdesinin etli beyaz ve leylak renkli bölümünde
kırmızı ve pembe renkli çiçekleri bulunur. Yaprakları ise saydamdır. Fotosentez
yaparak besin üretmesini sağlayan klorofil maddesine sahip değildir. Bu
orkidenin bütün besinini gövdesinin içine uzantılarını salmış olan bir mantar
türü sağlar. Görüldüğü gibi toprak altında yetişen bir bitkinin büyüyebilmesi
için gerekli olan sistem özel olarak tasarlanmıştır. Orkide ve mantarın
birarada yaşamasıyla ortaya çıkan bu birliktelik hiç kuşkusuz ki Allah'ın
yaratma sanatının örneklerinden biridir.
Bilim ve Teknik Dergisi, Şubat 1985, s. 32
Sarı
Kelebek ve Orkide Arasındaki Ortaklık
Bir buçuk ayak orkidesinin nektarı 30 cm. kadar
derindedir. Nektarı bu kadar derinde olan bir çiçeğin döllenmesi oldukça
zordur. Bu çiçeklerin nasıl olup da çoğaldıkları sorusunun cevabını merak eden
bilim adamları çeşitli araştırmalar yapmışlardır. Araştırmaların sonunda bu
orkidenin, kullanmadığı zaman ağzında yumak gibi sarılı duran 25 cm.lik dili
olan bir kelebek türü tarafından döllendiği bulunmuştur. Bu kelebek, ismi
"sarı kelebek" anlamına gelen Xanthropan morgani predicta'dır.
Bilim ve Teknik Dergisi, Şubat 1985, s. 32
Anoller'in Renkli Keseleri
Anoller başları üçgen biçiminde, uzun çeneli bir
kertenkele türüdür. İnce vücutları ve kamçıya benzer kuyrukları vardır.
Ayaklarında ise hem sivri tırnakları hem de eklemlerinden birinde oluklar
şeklinde yapışkan yastıkçıklar vardır. Anol bunların yardımıyla dimdik
duvarlara bile tırmanabilir. Erkeklerin boyunlarında ise yassı bir kese bulunur.
Bu kese heyecanlandıkları zaman kaslar yardımıyla genişler. O zaman deri de
gerilir ve pullarının arasındaki ilginç ve renkli şekiller ortaya çıkar.
Hayvanlar Ans., C.B.P.C Publishing, Sürüngenler, s.
154
Bombus
Arıları
Bombus, renkli tüyleri olan, türdeşlerine göre
oldukça iri yapılı ve genelde toprak altında yaşayan bir yaban arısı türüdür.
Bombuslar'ın uzun dilli türleri, çiçek borusu uzun olan çiçeklerden de çiçek
tozu ve bal özü alabilir. Bu, diğer arılar için oldukça zor hatta imkansız bir
işlemdir. Hatta bazı türler, bal özüne ulaşabilmek için önce çiçeğin dış
kısmını ısırır ve açtıkları delikten dillerini içeri sokarak kolayca beslenir.
Bombuslar'ın göğüs bölgesinde tutunma ve yürümeyi sağlayan üç çift bacakları
vardır. Bu bacaklardan birinci çift, antenlere bulaşan çiçek tozlarını ve diğer
tozları temizlemek için özel temizlik gereçleri ile donatılmıştır. Bu sayede
koku alma organı olan antenler sürekli temiz tutulur. Bombuslar'ın diğer
bacaklarında çiçek tozu taşımak için sepetçikler ve çiçek tozlarını doldurmaya,
gerektiğinde sıkıştırmaya yarayan fırçalar bulunur. Bombuslar vücut
ağırlıklarının yarısı kadar yükü rahatlıkla taşır. Bu arılar zar şeklindeki iki
çift kanatları sayesinde uçar. Birinci çift kanadın arka kenarında, ikinci çift
kanadın ise ön kenarında bir seri kanca bulunur. Bunlar uçuş sırasında
birbirine kenetlenir, böylece ön ve arka kanatlar birlikte ve daha güçlü
hareket edebilir. Bunun dışında uçuş için ısı üretimi de zorunludur. Aktif olarak uçan bir Bombus'ta gövde bölgesinin
sıcaklığı 35-40oC olur. Bunun için Bombuslar uçuşa geçmeden önce belli bir süre
ısınır.
Aslan M. B. "Doğu Akdeniz Bölgesinde Bombus Arı
Türleri Üzerine Faunistik ve Taksonomik Çalışmalar", Ç. Ü. Fen Bil. Ens.
Bitki Koruma Ana Bilim Dalı Yük. Lisans Tezi, Adana, 1997
Yılan
Boyunlu Kaplumbağalar
Yılan boyunlu kaplumbağaların en önemli özellikleri
uzun boyunlarıdır. İlginç bir görünümleri olan ve tatlı sularda yaşayan bu
canlılar sığ suda dipte yatarken bile uzun boyunları sayesinde kolaylıkla nefes
alabilir.
Bu kaplumbağaların başka bir türü "Kokulu
kaplumbağa" olarak bilinir. Kokulu kaplumbağalar ürktükleri zaman dört bacaklarının dibindeki bezlerden
çok keskin bir koku çıkarır.
Hayvanlar Ans., C.B.P.C Publishing, Sürüngenler, s.
130
Okyanustaki
Antifrizli Balıklar
Soğuk denizlerde yaşayan balıkların derileri ya da
solungaçları buzla temas ederse vücut sıvıları hemen donmaya başlar ve sonunda
balıklar ölürler. Bunun nedeni vücut sıvılarında oluşan buz kristallerinin
süratle artmasıdır. Bütün olumsuz koşullarına rağmen soğuk bölgelerde yaşayan
pek çok balık türü vardır. Bu bölgelerdeki bazı türler deniz suyu sıcaklığının
-1.80C olduğu derin sulara çekilerek donmaktan kurtulurlar. Ancak Antartika'da
bu sıcaklık derecesinin çok altında sıcaklıklarda bile yaşayabilen balıklar da
bulunmaktadır. Bunu Allah'ın kendileri için yaratmış olduğu özel vücut
sistemleri sayesinde başarmaktadırlar.
Bu balıkların kanlarının içinde bir araba
radyatöründeki antifriz (donmayı engelleyen) maddesi gibi işleyen kimyasal
maddeler vardır. Bu kimyasallar Antartika Okyanusu'nun en düşük sıcaklıklarında
bile balıkların vücutlarını donmaktan kurtarmaktadır.
Michael Scott, The Young Oxford Book of Ecology, s.
47
Kırmızı
Yarasaların Dayanıklılığı
Kırmızı yarasalar tek başlarına ya da gruplar
halinde ağaçlarda ya da çalılıklarda tüner. Bu şekilde ağaç gövdesini siper
edinerek kolaylıkla gizlenebilirler. Koyu kırmızı renkleri çok etkili bir
şekilde kamuflaj yapmalarını sağlar. Yaptıkları kamuflaj o kadar etkilidir ki,
özellikle sonbahar ayı süresince düşmanları onları ölü yaprak zanneder.
Ayrıca kırmızı yarasalar çok iyi birer uçucudur.
Öyle ki dişi yarasa iki ya da üç yavrusu kürküne yapışmış olduğu halde onları
taşıyarak uçabilir. Bu yük dişinin kendi vücut ağırlığını aşmaktadır. Kanada ve
Kuzey Amerika'da yaşayan kırmızı yarasa nüfusunun çoğu kışın güneye doğru göç
eder. Bazı türler kışlarını Kuzey Amerika'da geçirmek için 2000 km. kadar
yolculuk yapabilir.
Kırmızı yarasaların başka bir özellikleri de ağır
bir kürke sahip olmalarıdır. Ayrıca diğer yarasalar arasında en fazla kırmızı
kan hücresine sahip olan tür de kırmızı yarasalardır. Kış uykusuna yattığında
soğuğa maruz kalan vücut bölgelerini minimuma indirmek için bir top gibi
kıvrılarak uyur. Kış uykusuna yattıkları zaman dokuları –260C kadar düşük
ısılara bile rahatlıkla dayanabilir.
Guinness Books, Remarkable Animals, A Unique Encyc.
of Wildlife Wonders, s. 21
Akgerdanlı
Serçeler
Akgerdanlı serçeler, belirgin biçimde beyaz bir
boyuna ve siyah-beyaz çizgili bir başa sahip olan kuşlardır. Kuzey Amerika'da
yaşarlar. Akgerdanlı serçelerin erkeklerinin her birinin kendilerine ait
bölgeleri vardır. Bu bölgeyi korumak için erkekler savunma ötüşleri yapar.
Bütün Akgerdanlı erkek serçeler temelde aynı ezgiyle öter, ama her erkek, türe
özgü olan bu ezgiye sadık kalırken bir yandan da bazı değişiklikler yapar.
Örneğin perdede hafif bir değişiklik yaparak şarkıya kendi özelliğini katar. Bu
değişiklik sayesinde diğer erkek ve dişi kuşlar bölgenin kime ait olduğunu hemen
anlar. İlkbaharda erkek kuşlar, dişilerin yuva yaparak yavrularını
büyüttükleri, her biri yaklaşık 3.000 m2. genişliğe sahip olan üreme alanları
oluşturur.
Marian Stamp Dawkins, Through Our Eyes
Only?/The Search For Animal
Consciousness,
s. 59
Elektrik Üreten Balıklar
Elektrik üreten balıklardan torpil balığı 1000
voltluk elektrik üretebilir. Bu, inanılması güç bir
özelliktir,
çünkü bu güçte bir elektrik bütün bir evi aydınlatabilmek için yeterlidir.
Dolphin Log, July 1992, s. 19
Deve
Kuşlarının İlginç Kuluçka Sistemleri
Deve kuşlarının ilginç bir kuluçka sistemleri
vardır. Sürü halinde yaşayan deve kuşlarından yarım düzine kadarı,
yumurtalarını ortak bir yuvaya bırakır. Hiçbir özelliği olmayan sadece sığ bir
çukur olan bu yuvada her biri 1.5 kg. gelen 40 kadar yumurta bulunur.
Yumurtaların tümünü koruma görevi tek bir dişi deve kuşuna aittir. Kuluçkaya
yatan dişiye bir erkek kuş yardım eder. Ancak dişi kuş sadece 20 kadar
yumurtanın üzerinde yatabilir. Bu nedenle fazla yumurtaları yuvanın dışına
iter. Yapılan incelemeler sonucunda deve kuşlarının bu itme işlemini rastgele
yapmadıkları bulunmuştur. Deve kuşu kendi yumurtalarını kuluçkaya yatacağı
yumurtaların arasına alırken, başka dişilere ait olan yumurtaları ise dışarıya
atmaktadır. Bu ayrımı deve kuşunun nasıl yaptığını bulabilmek için bilim
adamları yumurtalara numaralar vermişlerdir. Yumurtaların yerini değiştirerek,
eski ve yeni yumurtalar karıştırılarak yapılan tüm deneylerde sonucun
değişmediği görülmüştür. Bilim adamlarının vardıkları sonuç deve kuşlarının
yumurtalarını, yüzeylerindeki deliklerin dağılımı sayesinde tanıdıkları
olmuştur. Bütün yumurtaların kabuklarında, civcivin nefes almasına imkan veren
minik "hava delikleri" vardır. Bu deliklerin kabuk üzerindeki yerleri
her yumurtada biraz farklıdır. İşte bu delikler sayesinde deve kuşlarının
yumurtalar arasında ayrım yapabildiği düşünülmektedir.
Marian Stamp Dawkins, Through Our Eyes Only?/The
Search For Animal Consciousness, s. 38-39
Antifriz
Sistemli Canlılar
Buzul yaykuyruklusu ve kar piresi çok düşük
sıcaklıklarda bile hayatta kalabilen canlılardır. Donma noktasının altındaki
sıcaklık derecesinde birçok hayvan hareketsizleşir ya da ölür, fakat buzul
yaykuyruklusu bu sıcaklık derecesinde rahatlıkla hareket edebilir ve sıçrayabilir.
Bu dayanıklılıklarının nedeni vücutlarındaki antifriz sistemi dir. Bu sayede
her iki canlı da çok düşük sıcaklıklarla bile başa çıkabilmektedirler. Hatta
bazıları bir buzulun içerisinde hiçbir zarar görmeden 3 yıl boyunca
yaşayabilir. Yaykuyruklular, yaylarını bir kaçış mekanizması olarak
kullanırlar. Bu yay, vücutlarının alt kısmında arkaya doğru kıvrılmış olan ek
parçadır. Bu ek parça (furcula) genellikle uç kısımda çatallaşmaktadır.
Guinness Books, Remarkable Animals, A Unique Encyc.
of Wildlife Wonders, s.207
Mantar Sivrisinekleri
Mantar sivrisinekleri Yeni Zelanda'da mağaralarda,
içi boş ağaçlarda ya da karanlık ve nemli yerlerde yaşayan küçük, sineğe
benzeyen böceklerdir. Bir tür mantar sivrisineği kendi ürettiği salgı ile
şeffaf bir tüpe benzeyen bir yuva yapar. Bu tüpten, her biri 50 cm. uzunluğunda
olan ve dışı yapışkan bir madde ile kaplı olan lifler sarkar. Böceklerin
larvaları bu tüpün içinde yaşar ve ışıklı kuyruklarını lifleri aydınlatmak için
kullanırlar. Bulunduğu yerden 70 cm.'ye kadar uzayabilen lifler larvanın
yuvasından aşağıya doğru sallanır ve üzerlerindeki yapışkan tabakayla böceklere
tuzak kurmaya hazır halde beklerler.
Tatarcıklar, güveler ve diğer böcekler bir süre
sonra bu parıldayan perdenin cazibesine kapılır. Böcek bu liflerden birine
dokunduğunda, yapışkan damlaların tuzağına düşer. Kaçmaya çalıştığında ise
titreşimler lifi hareketlendirir ve tüpün içinden çıkacak olan larvayı alarma
geçirir. Larva sanki balığı sürükleyen olta gibi ipi çeker ve avını yutar.
Larvanın ucundaki ışık, vücudunun içindeki kimyasal
reaksiyon sayesinde oluşur. Yetişkin mantar sivrisinekleri de aynı şekilde bu
tuzağa düşebilirler ama genellikle kaçmayı başarırlar. Dişiler çoğunlukla
sayıları 130'u bulan yumurtalarını mağaranın duvarlarına ya da tavanına
bırakır. Bu böcekler larva ve pupa evrelerinde olduğu gibi yetişkin
olduklarında da ışık üretebilir.
Anita Ganeri, Creatures That Glow in The Dark, s.
20-21
Öküz
Başlı Antilopların Hızları
Öküz başlı Güney Afrika antilopları görünüş olarak
bufalolara benzer. Sürüler halinde yaşayan bu antilop türünün bazen 100, hatta
daha fazla üyesi birarada bulunur. Son derece hızlı hareket edebilen bu antilop
türü, düşmanları tarafından takip edildiğinde yarış atlarından daha hızlı
koşabilir. Güney Afrika antiloplarının buzağıları da son derece hızlıdır. Öyle
ki, sadece iki günlükken bile büyüklerinden geride kalmayacak şekilde hızlı
koşabilirler. Zorlu koşullarda yaşayan bu canlılar Allah'ın onlara verdiği bu
özellikler sayesinde yaşamlarını rahat bir şekilde sürdürebilir.
Our Amazing World Of Nature, Its Marvels &
Mysteries Reader's Digest, s. 177
Ağaçlar
Arasında Uçan Altın Toplar
Doğadaki canlıların sahip oldukları çeşitli renkler
aynı zamanda son derece önemli görevlere de sahip olabilir. Örneğin kaplumbağa
böceğinin saydam göğüs ve kanat yapısı, vücudunun altındaki parlak altın
rengini gizlemeye yarar. Böceğin sahip olduğu renkler gerçekte bir savunma
şeklidir. Çünkü bu renkler sayesinde böcek hareketsizken bir su damlası ya da
bir yaprağın parlak bir parçası gibi görünür. Ağaçtan ağaca uçarken ise elips
çizen küçük bir altın top haline gelir. Sürekli değişen bu yanıltıcı görünümler
böceğin düşmanlarından kurtulmasını sağlar.
Borneo, The World's Wild Places, Time Life Books, s.
62
Catchfly
Bitkisinin Yapışkan Taç Yaprakları
Catchfly bitkisinin yapışkan taç yaprakları
böcekleri yakalamaya yarar. Etobur bitkiler genellikle yakaladıkları böcekleri
protein ihtiyaçlarını gidermek için kullanır. Catchfly bitkisinin, Venüs
bitkisi gibi etobur bitkilerden farklı bir yönü vardır. Bu bitkinin amacı
protein ihtiyacını karşılamak değildir. Catchfly'ın yapraklarındaki
yapışkanlık, içeriye izinsiz girerek yumurtalarını bırakan ve larvalarını
bitkinin içinde büyüten böcekleri uzaklaştırmaya yaramaktadır.
Noel Grove-Stephen J. Karemann, Preserving Edens,
s.107
Çamuratlar
Balıklarının İlginç Yaşamları
Mangrov bataklıklarındaki kalın çamur tabakasının
üzerinde Çamuratlar balıkları yaşar. Bu balıkların çamurun üstünde yalnızca
başları ve periskop gibi hareket eden gözleri görülür. Diğer birçok balıktan
farklı olarak Çamuratlar balıkları uzaktaki nesneleri, örneğin uzaktaki bir
böceği bile farkedebilir. Balık, avını gözetlerken sık sık su yüzüne çıkar ve
kıyıya kadar onu izler. Diğer balıkların aksine Çamuratlar balıkları geniş
solungaç odacıklarında hava ve suyun bir karışımını taşıdıkları için çamurun
içinde yaşayabilir. Bir dalgıcın oksijen tüpüne eşdeğer olan solunum sistemleri
sayesinde karada kullanmak için gerekli olan oksijeni süzer. Sert çamurun
üzerinde hareket etmek için kısa ve kalın göğüs yüzgeçlerini kullanır. Islak
çamurun üzerinde sıçrar, kuyruklarını büker, daha sonra güçlü bir refleksle
düzeltirler. Allah'ın sıfatlarından biri de Bedi, yani örneksiz yaratandır.
Çamuratlar balıkları da diğer balıklardan tamamen farklı özellikleri ile Allah'ın Bedi sıfatının bir tecellisidir.
Borneo, The World's Wild Places, Time Life Books, s.
132
Oxpeckerlar
İle Ortak Yaşam
Oxpecker denen kuşlar Afrika bufalosu, gergedanlar
ve diğer büyük av hayvanlarının derilerinin üzerindeki kenelerle beslenir. Bu
ortak yaşamda her iki taraf da karşılıklı çok fazla fayda sağlarlar. Bu şekilde
av hayvanları hem parazitlerinden kurtulmuş olur hem de herhangi bir tehlike
durumunda kuşlardan yüksek sesli bir uyarı alırlar. Kuşlar da besin, hareket
eden bir tünek ve hatta yuvalarının içini kaplamak için tüy elde eder.
Michael Scott, The Young Oxford Book of Ecology, s.
31
Su
Altının Temizlikçi Canlıları
Büyük balıkların etrafında cesur bir şekilde dolaşan,
kimi zaman bu canlıların ağızlarının içine kadar giren küçük balıklar son
derece dikkat çekici bir görüntü oluşturur. Deniz canlıları arasında çok sık
rastlanan bu tip ilginç birlikteliklerin nedeni balıkların temizlenme
ihtiyacıdır. Mercan kayalıklarında temizlikçi ördek balıkları ve temizlikçi
karideslerden oluşan bir grup her zaman bu işlem için hazır bulunur. Hani
balığı ya da papağan balığı gibi balıklar geldiğinde küçük ördek balığı gibi
temizlikçi balıklar, büyük balıkların ağzının içine doğru yüzer ve ölü deri
parçalarını temizleyerek, balıktaki mantar istilasını durdururlar. Birçok balık
bu temizlik duraklarına birkaç günde bir uğrar. Temizlikçi balıklar bu gibi yerlerde 6 saat içinde 300 kadar
balığı temizleyebilir.
David
Attenborough, The Trials of Life, s. 174
Anemon
Bitkileri ve Balıkları
Anemon bitkileri duyargalarının üzerinde bulunan çok
sayıdaki yakıcı kapsül, kendilerine herhangi bir şey dokunduğu veya sürtündüğü
anda hemen açılır ve etkisi çok güçlü olan bir zehir salgılar. Bu, çoğu zaman
zehiri alan canlının felç olarak ölmesine sebebiyet verecek kadar güçlü bir
sıvıdır. Anemon bitkilerinin etki etmediği canlılar da vardır. Örneğin Anemon
balıkları, Anemon bitkilerinin yakıcı kapsüllerinin arasında yaşayabilen nadir
canlılardandır. Anemon balıklarının üzerinde bulunan "saydam madde"
bitkideki bu yakıcı kapsülleri durdurabilecek niteliktedir. Bitkiye yaklaşan
balık, gövdesini yavaş yavaş Anemonlar'a değdirmeye başlar. Üzerindeki saydam
madde sayesinde zehirden çok fazla etkilenmeyen anemon balığının amacı yakıcı
kapsüllerin üzerinde patlamasını sağlamaktır. Anemon balığı birkaç denemenin
sonunda zehire bağışıklık kazanır ve bitkinin dokunaçlarının arasına yerleşir.
Yeni doğan ve Anemon bitkilerine karşı hiçbir bağışıklığı bulunmayan balıklar
da, diğerlerinin geçtiği aşamalardan tek tek geçer. Anemon balıkları bu
denemeleri tesadüfen yapmaya karar vermiş olsalayı neler olurdu? İlk seferde ya
da daha sonraki denemelerinde balık patlatacağı kapsül sayısını tutturamayacağı
için fazla zehir alıp ölürdü. Oysa böyle olmamıştır. İlk ortaya çıktıklarından
beri Anemon bitkileri ve balıkları birlikte kusursuz bir uyum içinde
yaşamaktadır.
Çünkü Allah yarattıklarını en iyi bilendir,
koruyandır.
International Wildlife, March/April 1997
Saigalar'ın
Özel Burun Yapıları
Saiga, Rus steplerinde sürüler halinde yaşayan bir
antilop türüdür. Bu canlılar yaşadıkları zorlu iklimde sıkıntı çekmemelerini
sağlayacak tasarımlara sahip sistemlerle birlikte Allah tarafından
yaratılmışdır. Steplerdeki en rahatsız edici faktörlerden biri hiç kuşkusuz ki
tozdur. Saigalar'ın burunlarının içinde ise tüylerle ve mukus bezleriyle kaplı
sayısız boşluk vardır. Bu boşluklarda mukuslu zarla kaplı bir de kese bulunur.
Saigalar kuru Rus steplerinde büyük sürüler halinde dolaşırken, burunlarında
Allah tarafından yaratılmış olan bu yapı sayesinde tozun zararlı etkilerinden
korunmuş olur.
Sonbahar geldiğinde ise büyük Saiga sürüleri Rus
kışının karlı havası bastırmadan güneye doğru, yani sıcak iklimlere göç eder.
Guinness Books, Remarkable Animals, A Unique Encyc.
of Wildlife Wonders, s.69
Koloniler
Halinde Yaşayan Meerkatlar
Resimde görülen ve Afrika'ya özgü canlılardan olan
Meerkatlar 10-15 hayvandan oluşan koloniler halinde yaşar. Aralarında çok iyi
bir iş bölümü vardır. Örneğin bu canlılar yuvalarının güvenliğini sağlamak için
etrafı gözetleme, çakal ve kartal gibi düşmanlarını kollama görevlerini
paylaşır.
Michael Scott, The Young Oxford Book of Ecology, s.
87
Çullukların
Gözleri
Düşmanlardan kaçıp kurtulabilmek hayvanlar
alemindeki en önemli ihtiyaçlardandır. Allah her canlıyı yaşadığı ortamda
ihtiyacı olan savunma sistemleriyle birlikte yaratmıştır. Kamuflaj yeteneği,
savunma için kullanılan zehirler, gece görebilen keskin gözler, hızlı kaçmak
için kullanılan bacaklar, türe özgü haberleşme sistemleri gibi daha pek çok
özellik canlılara Allah tarafından verilmiştir. Rahman olan Allah hayvanlardaki
eşi benzeri olmayan tasarımlarla bize sanatını tanıtır. Doğadaki pek çok
örnekten kuşlara bakalım. Örneğin resimde görülen çulluğun başının üstünde,
etrafını her yönden net bir şekilde görebilmesini sağlayan gözleri vardır.
Çulluk bu gözleri sayesinde bir yandan yiyecek ararken bir yandan da
tehlikelere karşı tetikte olabilmektedir.
Our Amazing World Of Nature, Its Marvels &
Mysteries Reader's Digest, s. 15
Kirpi Balıklarının Caydırıcı Yöntemleri
Kirpi balıkları, yuvarlak görünümlü ve çok yavaş
hareket eden balıklardır. Kirpi balıklarının derileri genellikle dikenlerle
kaplıdır. Son derece ilginç bir savunma yöntemleri olan kirpi balıkları
düşmanlarından kolaylıkla kurtulur. Bir düşmanla karşılaştıklarında karınlarını
çok hızlı bir şekilde suyla doldurur ve bu sayede balon gibi şişerler. Kirpi
balıkları bu şekilde normal büyüklüklerinin iki katına ulaşır. Bu da düşmanlarının
onları yutmasını engeller.
Bazı kirpi balığı türleri ise son derece zehirlidir.
Bu zehir "tetrodoksin" olarak adlandırılır ve kirpi balığının
bağırsaklarında yaşayan bakteriler tarafından üretilir. Bu toksik madde balığın
bütün vücuduna yayılmıştır ama yoğun olarak karaciğer gibi iç organlarında ve
bağırsaklarında bulunur. Zehirin bir kısmı kasların içerisine bile girerek
burada birikir. Bu da kirpi balığı ve larvalarını yemenin diğer canlılar
açısından son derece tehlikeli olması demektir.
Dolphin Log, September 1996, s.12-13
Dört
Yüzgecinin Üzerinde Yürüyen Balık
Kırmızı dudaklı yarasa balığı dünyadaki dört
yüzgecinin üzerinde yürüyen tek balıktır. Yürümek için tasarlanmış yüzgeçleri,
tuhaf görünüşlü burnu ve büyük kırmızı dudakları ile balığın son derece ilginç
bir görünümü vardır. Yarasa balıklarının kumun üzerinde bir insanın yürümesi
gibi dolaşabilmelerini sağlayan organları göğüs yüzgeçleridir. Bu yüzgeçlerini
kullanarak yarasa balıkları okyanus zemininde rahatça ayakta durabilir ve yüzgeç
uçlarının üzerinde yürürler. Fener balıklarında olduğu gibi yarasa balıklarının
da burunlarının altında, diğer balıkları kandırmak için olta olarak
kullandıkları küçük deri parçaları vardır. Yarasa balıkları etçil hayvanlardır.
Bu oltayı kullanarak diğer balıkları, yengeçleri, kurtçukları ve deniz
taraklarını yerler.
Dolphin Log, September 1994, s.12-13
Derin
Sularda Yaşayan Anglerfish
Besinin az olduğu bölgelerde yaşayan canlılar son
derece ilginç özelliklere sahiptir. Bunlardan bir tanesi olan Anglerfish,
denizlerin zorlu şartlara sahip karanlık kanyonları için gerekli olan tüm
özelliklere sahiptir. Anglerfish de diğer tüm canlılar gibi Allah tarafından
ihtiyacı olan her türlü özellikle birlikte yaratılmıştır. Örneğin derin sularda
yaşayan Anglerfish daha küçük balıkları avlamak için bir olta ipine ve bu ipin
uç kısmında, kıvrılan solucana benzeyen bir organa sahiptir. Ucunda sahte yemi
olan bu olta, yakınlardan geçen balıkların dikkatini çekmektedir. Anglerfish'in
tuzak oltasını yem zannederek yaklaşan balıklar, oltanın ipi tarafından
sarılırlar ve bu sayede kolay bir av olurlar.
Our Amazing World Of Nature, Its Marvels &
Mysteries Reader's Digest, s. 12-13
Zırh
Kabuklu Hayvanlar
Bazı canlıların hareketleri incelendiğinde
vücutlarında bir mıknatıs varmış gibi hareket ettikleri görülecektir. Örneğin
deniz altında yaşayan zırh kabuklu hayvanlar bunlardan bir tanesidir. Zırh
kabukluların en ilginç özellikleri dinlenme halindeyken tıpkı bir pusula gibi
hiç şaşırmadan daima kuzeye dönük durmalarıdır. Ayrıca geceleri alglerle
beslenmek için dolaşmaya çıkan bu canlılar, günün ilk ışıkları belirmeden önce
kayaların üzerindeki yerlerine geri döner. Bu canlıların yönlerini bulabilmek
için dillerini algılayıcı olarak kullandıkları düşünülmektedir.
Jill Bailey, Anticipating The Seasons, Nature
Watch Series, s. 45
Deniz Salyangozunun Savunma Yöntemi
Küre harita adlı deniz salyangozu çok ağır hareket
eder. Buna rağmen ne beslenme ne de korunma yönünden hiçbir sıkıntı çekmez.
Çünkü "konotoksin" adı verilen bir zehire sahiptir. Düşmanları ya da
avı iyice yaklaştığında zehirini püskürtürek karşı tarafı etkisiz hale getirir.
Konotoksin son derece etkili bir zehirdir ve sinir faaliyetlerini durdurup
kasları felce uğratır. Bu zehir sayesinde salyangoz çok yavaş hareket etmesine
rağmen kolay bir av olmaktan kurtulur.
Bilim ve Teknik Dergisi, Temmuz 1986, s. 14
Üç Gözlü Tuataralar
Tuatara, kertenkeleye benzeyen ve diğer
sürüngenlerle kıyaslandığında oldukça uzun ömürlü olan bir canlıdır. Tuatara'yı
diğer sürüngenlerden ayıran özelliği başının üzerinde ince bir deriyle kaplı
üçüncü bir göz bulunmasıdır. Tuatara üzerinde araştırma yapan bilim adamları bu
üçüncü gözün görme işlevinin olmadığını bulmuşlardır. Tuataralar'ın bu gözleri,
güneşin pozisyonundan yola çıkarak yön bulmak için kullandıkları bir pusula
gibi çalışmaktadır. Bundan başka sürüngenler çoğunlukla hareket edebilmek için
en az 20 0C'lik bir ısıya ihtiyaç duyarlar. Tuataralar ise soğuk havaya pek
aldırış etmez, diğer birçok sürüngenin dayanabildiği bir sıcaklık olan 110C'den
çok daha düşük sıcaklıklarda bile rahatlıkla avlanabilirler. Allah Tuataralar'ı
bulundukları ortamın şartlarına uygun bir dayanıklılıkta yaratmıştır.
Ranger Rick, August 1999, s.12-14
Akciğerli
Balıklar
Akciğerli balık diğer balıkların aksine hava soluyan
bir balıktır. Bu yüzden her 20 dakikada bir yüzeye çıkıp soluk alması
gereklidir. Aksi takdirde sudaki oksijeni kullanamadığı için boğulacaktır.
Kurak mevsimde Afrika'nın gölcükleri kuruduğunda akciğerli balık diğer
canlılardan çok farklı bir yöntem kullanarak kurak mevsimi geçirir. Balık
çamurda üzerini örter ve bu şekilde yağmurların yağmasını bekler. Bu bekleyiş
bazen yıllarca sürer ve tekrar yağmur mevsimi geldiğinde akciğerli balık sudaki
yaşantısına kaldığı yerden geri döner. Diğer balıklardan farklı özelliklere
sahip olan akciğerli balık Allah'ın çeşitli yaratmasının örneklerinden yalnızca
bir tanesidir.
Our Amazing World Of Nature, Its Marvels &
Mysteries Reader's Digest, s. 13-15
Rakunların
Gözleri
Rakunlar çok geniş bir alana yayılmış olan
bölgelerinde devriye gezmek için, genellikle karanlık bastırıncaya kadar
bekler. Gece karanlıkta bile çok iyi görmelerini sağlayan gözlere sahip
oldukları için de avlanırken hiç zorlanmazlar. Rakunlar hemen hemen buldukları
herşeyi yiyebilen canlılardır. Suyun sığ olduğu bölgelerdeki kerevit
balıklarını yakalayabilecekleri bir akarsu ya da dallarından meyveler sarkan
meyve bahçeleri rakunların av sahaları olabilir.
Our Amazing World Of Nature, Its Marvels &
Mysteries Reader's Digest, s. 309
Örümcek
Yengeçlerinin Yaşamları
Mercan resiflerinde yaşayan örümcek yengeçleri,
beslenmek için gece olmasını bekler. Gece olduğunda ise mercanların üzerine
çıkarlar. Bunun nedeni sudaki akıntının yengeçlerin bulunduğu yere çok sayıda
besin parçası getirmesidir. Yengeçler akıntıyla yüzen bu besinleri
yakalayabilmek için dikenli bacaklarını kullanır. Hava aydınlanmaya
başladığında ise suyun derinliklerine doğru ilerlemeye başlarlar. Örümcek
yengeçleri aç balıklara ve en büyük düşmanları olan mürekkep balıklarına
yakalanmamak için derinlerdeki kayalıkların yarıklarına saklanır. Başka bir
önlem olarak da deniz bitkilerinden olan Anemonlar'ın zehirli dokunaçlarının
altına gizlenirler. Eğer karanlıktaki bir yengecin üzerini ışıkla aydınlatırsanız hemen beslenmeyi bırakacak ve yaklaşık 30
saniye içinde derinlere doğru ilerlemeye başlayacaktır.
Jill Bailey, Anticipating The Seasons, Nature Watch
Series, s. 18
Çekirgelerin
Ötüş Teknikleri
Bir çekirge 800-1000 metre uzaklıktan duyulan sesler
çıkarır. Bunu havayı hareket ettirerek başarır. Küçük bir hesap yapılacak
olunursa çekirgenin yaptığı işin önemi daha iyi kavranacaktır. Havanın
yoğunluğunu 1293 kg/cm3 olarak alalım. Yarıçapı 800-1000 metre olan bir yarı
kürenin kütlesi yaklaşık bir milyon tondur. Çekirge gibi küçük bir hayvan
yalnız bir organıyla bu kadar büyük bir kütleyi nasıl harekete
geçirebilmektedir? Çekirge, çevresindeki hava kütlesinin hepsini bir anda
hareket ettirmez. Her titreşimde çevresine en yakın hava tabakasını sıkıştırır.
Bu titreşim donup kalmaz. Her yöne yayılır çünkü hava esnektir. Sıkıştırmadan
önce havayı dışa doğru iter, sonra itilen tabaka içe doğru geriler ve çevresini
sıkıştırır. Böylece bir seri sıkıştırmayla ses dışa doğru yayılır.
Bilim ve Teknik Dergisi, Şubat 1985, s. 33
Hayvanların
Etkili Tedavi Yöntemleri
Doğadaki canlılardan çoğu kendi rahatsızlıklarını
kendileri tedavi eder. Örneğin su aygırı, manda, fil ve gergedan gibi canlılar
derilerindeki parazitlerden kurtulmak için çamurda banyo yaparlar. Bunun nedeni
çamurda hiçbir mikrop ve parazitin yaşamamasıdır. Çamurun faydaları sadece bu
kadarla sınırlı değildir. Özellikle killi çamur mikrop barındırmamasının
yanında aynı zamanda yaraların kabuk bağlayıp kapanmasını da kolaylaştırıcı bir
özelliğe sahiptir. Bütün hayvanlar içinde özellikle filler antiseptik yapıdaki
killi toprak parçalarını büyük bir özenle yaralarına sürerler veya
hortumlarıyla yaralarının üzerine kabuk bağlaması için toz atarlar. Killi
toprağın başka bir özelliği de kaolin
maddesi açısından zengin olmasıdır.
Hayvanların kendi kendilerini tedavi etmek için
kullandıkları yöntemlerdeki dikkat çeken nokta hepsinin ne yapacaklarını çok
iyi bilmeleri, hangi hastalığa neyin iyi geleceğini tespit etmeleridir. Bir
gergedanın, bir filin ya da herhangi başka bir canlının toprakta bulunan bir
maddenin antiseptik özelliğinin olduğunu bilmesine elbette ki imkan yoktur.
Doğadaki tüm canlılar Allah'ın ilhamıyla hareket eder. Üstün ilim sahibi olan
Allah gözetendir, yarattıklarını koruyandır.
Focus Dergisi, Haziran 1996
Zehir
Oku Fırlatan Kurbağa
Güney Amerika'da yaşayan zehir oku fırlatan kurbağa
saldırıya uğradığında, çok küçük zerresi bile bir insanı öldürmeye yeterli olan
oldukça güçlü bir zehir yaymaya başlar. Zehir, kurbağa tarafından yalnızca
savunma için kullanılmaktadır. Diğer pek çok canlıda olduğu gibi zehir oku
fırlatan kurbağanın gözalıcı parlaklıktaki renkleri de düşmanları uyarma özelliğini taşır. Bu
canlıdaki zehir üreten sistemleri yaratan tüm alemlerin Rabbi olan Allah'tır.
Michael Scott, The Young Oxford Book of Ecology, s.
38
Zebraların
Özellikleri
Zebraların çoğu gizlenecek fazla yer olmayan açık
otlaklarda yaşar. Bu nedenle hayatta kalabilmek için çok hızlı hareket etmek
zorundadırlar. Zebraların tüm vücut yapıları bu ihtiyaçlarını karşılayacak
şekilde yaratılmıştır. Örneğin bacakları çok uzundur, güçlü kasları ve geniş
bir alana sahip olan akciğerleri vardır. Bu yüzden hiç yorulmadan ve
yavaşlamadan çok uzun mesafeleri koşabilirler. Zebraların kemikleri de hafif
olmasına rağmen oldukça güçlüdür. Zebraların hiçbirinin çizgileri diğerleri ile
aynı değildir. Her insanın kendine özgü parmak izinin olması gibi her zebranın
çizgilerinin de kendine özgü şekilleri vardır. Bundan başka zebralar sık sık su
içme ihtiyacı hissederler. Suyun olmadığı bölgelerde ise koku duyularını
kullanarak çukur açacak bir yer bulurlar ve temiz suyu ortaya çıkarırlar.
Herhangi bir tehlike anında yetişkin zebralar, sürüdeki yavruları koruyabilmek
için onları sürünün içerisine doğru
iterler. Tüm zebra sürüsü koşarken yavrular daima kalabalığın iç kısmındadır ve
daha iyi korunmak için annelerine yakın hareket ederler.
Zoobooks, January, 1999, s. 2-15
Tropikal
Sulardaki Dev Deniz Tarakları
Tridacna, Hindistan ve Pasifik Okyanusları'nın
tropikal sularında yaşayan çok büyük bir deniz tarağıdır. Bu büyük mavi-yeşil
renklerdeki hayvan, mercan resiflerinin berrak sularında yaşar.
Tridacna'nın en şaşırtıcı özelliği besinini kendi
vücudunun içerisinde üretmesidir. Bunu da birlikte yaşadığı bir başka canlı
sayesinde gerçekleştirir. Deniz tarağının birlikte yaşadığı Zooxanthellae küçük
bir alg türüdür ve yalnızca diğer hayvanların hücrelerinin içerisinde
yaşayabilir. Deniz taraklarının vücutlarının içerisinde bu canlılardan
milyonlarcası barınır. Bu sayede algler barınacakları rahat bir ortam bulmuş ve
düşmanlarından korunmuş olur. Bundan başka deniz tarakları Zooxanthellae'nin
ihtiyacı olan tüm maddeleri -karbondioksit, azot ve fosfor gibi- sağlar.
Zooxanthellae tarafından üretilen maddelerin büyük bir bölümü de deniz
taraklarına besin kaynağı olarak aktarılır.
Bu iki canlı arasındaki şaşırtıcı birliktelik ve
uyum elbette ki tesadüfen oluşmamıştır. Bir canlının tesadüfen kendisine
yiyecek verecek başka bir canlının vücuduna yerleşmesi, onun ihtiyaçlarından ya
da kendisine verebileceklerinden yine tesadüfen haberdar olması söz konusu
değildir. Canlılarda görülen bu gibi ortak yaşam örnekleri Allah'ın yaratma
sanatının delillerindendir. Bu canlıları birbirleri ile uyumlu yaratan
Allah'tır. Allah üstün güç sahibi ve herşeye güç yetirendir.
Dolphin Log, July 1998 s. 12
Mercan
Resiflerindeki Yaşam
Mercan resiflerinde pek çok balık birarada yaşar.
Her türün kendine özgü özellikleri vardır. Melek balığı ve Horozbina balığı
gibi gündüz avlanan balıklar güneş batmaya başladığında mercan resiflerindeki
kuytu yerlere ve yarıkların içerisine girer. Cerrah balığı, papağan balığı,
keçi balığı ve Lapina gibi gündüz avlanan balıklar ise çiftleşmek için alaca
karanlık vakitlerini kullanırlar. 2000'den fazla cerrah balığı çiftleşmek için
biraraya toplanabilir ve bu balıklar yumurtlamak için genellikle resiflerin
kenarlarını kullanır.
Mercanlarda yaşayan balıkların genel davranışları da
çeşitlilik gösterir. Örneğin mercanlarda yaşayan papağan balığı gibi bazı
balıklar derin bir uykuya dalar. Pufferfish gibi bazı balıklar ise yarı uyanık
bir şekilde dinlenmeye geçer. Keçi balığı ve diğer bazı balıklar gündüz
kullandıkları parlak renklerinin daha soluk olanlarını adeta farklı bir deri
gibi gece kullanır. Süngerler, mercanlar ve yumurtlayan bazı balıklar da mercan
resiflerinde yaşayan canlılardır. Bundan başka küçük yengeçler ve karidesler de
resiflerdeki mikroskobik bitki ve hayvanlar ile beslenmek için mercan
kayalarına doğru çıkarlar. Yine mercan resiflerinde yaşayan köpek balıkları ve
müren gibi balıklarsa karanlıkta besin bulabilmek için çok güçlü olan koku
duyularını kullanır.
Allah deniz altında yarattığı bu renkli dünya ile
bize örneksiz sanatını ve sınırsız ilmini tanıtır.
Dolphin Log, May 1994 s. 4- 5
Kaplanların
Ayırt Edici Özellikteki Postları
Her kaplanın postundaki ve yanaklarındaki çizgiler
ile kaşları, insanların parmak izleri gibidir. Nasıl parmak izi her kişide
farklı şekillere sahipse ve ayırt edici oluyorsa aynı şekilde kaplanlardaki
çizgiler
de sadece tek bir tanesine özeldir.
Bilim ve Teknik Dergisi, Şubat 1985, s. 33
Yaprak Böcekleri
Bitkilerin üst kısımları, pek çok canlı için tehlike
demektir. Çünkü bu açıklık alanlarda saklanmak oldukça zordur. Özellikle kuşlar
tarafından avlanan canlılar için bu bölgelerde bulunmak bir dezavantaj gibi
görünebilir. Oysa düşmanlarından bir tanesi de kuşlar olan yaprak böcekleri,
bitki örtüsünün üst tabakalarında rahatlıkla yaşar. Çünkü bu böceklerin
görüntüsü üstünde bulundukları bitkiden filizlenen bir yapraktan farksızdır. Bu
özellikleri nedeniyle düşmanlarının yaprak böceklerini farketmeleri çok zordur,
hatta imkansızdır. Tüm alemlerin Rabbi olan Allah'ın özel dış görünüşleriyle
birlikte yarattığı bu canlılar apaçık bir yaratılışı gösterirler.
Borneo, The World's Wild Places, Time Life Books, s.
65
Kiwi
Kuşunun Avlanma Tekniği
Kiwi yalnızca Yeni Zelanda'da yaşayan bir kuş
türüdür. Geceleyin avlanan Kiwi kuşunun kendine özgü bir avlanma şekli vardır.
Uzun gagasını toprağın içerisine sokar
ve toprağı koklamaya başlar. Amacı temel besin kaynaklarından olan yer
solucanlarını bulmaktır. Geceleri beslenen ve besinlerini toprağın altında arayan Kiwi kuşu bu
ihtiyaçlarına uygun tasarımla birlikte Allah tarafından yaratılmıştır.
Kamçı
Yılanının Çevik Hareketleri
Kamçı yılanı Güney Amerika'da yaşar. Omurgası enine
kesitte aynen (T) harfi biçimindedir. Bu oluşum hayvan bilimcilerini uzun
yıllar şaşırtmış ama doyurucu bir açıklama bulunamamıştır. Son yıllarda
sürdürülen çalışmalar sonucunda bunun nedeni bulunmuştur. Kamçı yılanının temel
besini Anol olarak isimlendirilen küçük ağaç iguanalarıdır. Anol sivri
tırnaklarıyla bitki yapraklarının uçlarına tutunarak dinlenir. En küçük bir
sallantıyı duyar ve kendini yere atarak gözden kaybolur. Bu nedenle kamçı
yılanının aynı bitkiye tırmanıp ağacı sarsmadan Anol'e ulaşması olanaksızdır.
Kamçı yılanı farklı bir yoldan yaklaşarak Anol'ü avlar. Bunun için öncelikle
Anol'ün bulunduğu bitkinin
yanındaki
bitkilere çıkar. Avı ile aynı yüksekliğe gelince uzun gövdesini, (T) biçimli
omurgası sayesinde yere paralel olacak şekilde Anol'ün üzerine uzatır ve ani
bir hareketle avını yakalar.
Bilim ve Teknik Dergisi, Ağustos 1986, s. 32
Lemmingler'in
Isı Dengeleri
Hava
sıcaklığı donma derecesinin altına düştüğünde yaşamlarını sürdürebilmeleri için
bütün memelilerin kendi vücut ısılarını yükseltmeleri gerekir. Memeliler içinde
bir istisna olarak Lemmingler sıcaklık –12 0C'ye ulaşana kadar bu işleme
başlamazlar. Çünkü Lemmingler'in kış mevsiminde ortaya çıkan uzun kürkleri ısı
kaybını azaltacak şekilde yaratılmıştır. Tüm alemlerin Rabbi olan Allah
Lemmingler'i yaşadıkları ortamın koşullarına uygun özelliklerle birlikte
yaratmıştır. Örneğin Lemmingler karın altında tüneller kazarak yuva yaparlar.
Bu yuvalar kar seviyesinin 60 cm. kadar altındadır. Lemmingler'in yuvaları
üstlerini kaplayan kar sayesinde çok sıcak olur. Öyle ki, yuvaların bulunduğu
yerde dışarıdaki sıcaklık donma derecesinin altında olsa bile yuvadaki sıcaklık
10 0C'ye ulaşabilir. Bundan başka ortalama üç ya da dört yılda bir Lemming
nüfusu çok yüksek bir yoğunluğa ulaştığı için, binlerce hayvan yeni yerleşim
bölgelerine göç eder.
Guinness Books, Remarkable Animals, A Unique Encyc.
of Wildlife Wonders, s. 40
Dikenli Vatoz
Resimde görülen mavi benekli Stingray'in (dikenli
bir tür iri vatoz) kuyruğunun altında oldukça zehirli dikenler bulunmaktadır.
Vatoz bu dikenleri kullanarak düşmanlarını kolaylıkla alt eder.
Our Amazing World Of Nature, Its Marvels &
Mysteries Reader's Digest, s.144
Şemsiye
Yengecinin Suni Şemsiyesi
Şemsiye yengeci deniz altındaki en ilginç
canlılardan bir tanesidir. Bu hayvan kendisini korumak için pek de alışık
olunmayan bir yöntem kullanır. Bu yengeç vücudunun üst kısmını düşmanlarına
karşı siper oluşturacak şekilde bir süngerle ya da mercan resiflerinde yaşayan
diğer organizmalarla kaplar. Yengecin arka bölgesinde yer alan iki çift
bacağında, bu suni şemsiyeyi taşımak için kullandığı pençeler bulunur.
Roger Steene, Coral Seas, s.30
Dere İskorpitleri
Dere iskorpiti göllerin, havuzların ve nehirlerin
diplerindeki çamurlu bölgelerde yaşayan ve kare şeklinde kuyruğu olan bir yayın
balığı türüdür. Erkek iskorpit, yavrularına karşı çok ihtimam gösterir. Önce
eşi için bir yuva yapar, daha sonra yavrular yumurtadan çıkıncaya kadar onlara
bekçilik yapar. Erkek balığın yavrularına gösterdiği özen bu kadarla da kalmaz.
Yavru balıklar kendilerini koruyabilecek olgunluğa erişene kadar erkek balık tarafından korunmaya devam eder. Kuşkusuz bir balığın
böyle bir şuura sahip olması mümkün değildir. Erkek balığa yavrularını korumayı
ilham eden Allah'tır. Yeryüzündeki tüm canlılar yaratıcıları olan Allah'a boyun
eğmişlerdir ve O'nun emirleri doğrultusunda yaşamlarını sürdürürler.
Our Amazing World Of Nature, Its Marvels &
Mysteries Reader's Digest, s. 305
Mantislerin Yuvaları
Bilim adamları bugüne kadar 2000 farklı mantis türü
bulmuşlardır. Bunların çoğu birbirine çok benzemektedir. Her bir mantisin uzun,
ince bir vücudu, üçgen bir kafası ve topa benzeyen gözleri vardır. Bütün
böcekler gibi mantislerin gözleri de birçok küçük lensten oluşan, bileşik
gözlerdir. Çok geniş bir görüş açısına sahip olan bu gözlerin yan ısıra
mantisler başlarını tam 360 derece döndürerek bütün çevrelerini rahatlıkla
görebilir. Mantisler de çok fazla düşmanı olan canlılardır. Bu nedenle hem
kendilerini hem de yavrularını korumak zorundadırlar. Yavruların korunması dişi
mantislere ait bir görevdir. Yumurtalarını bırakmak için hazır olduklarında
dişiler bir bitki gövdesi, bir dal ya da güvenli herhangi bir yer bulur. Daha
sonra beyaz bir köpük fışkırtmaya başlarlar. Bu sırada dişi mantisler 200 kadar
yumurta da bırakmış olur. Köpükten yapılmış bu yuva bir süre sonra kurur ve
sertleşir.
Ranger Rick, June 1992, s. 4-7
Cecropia Güvelerinin Korunma Yöntemleri
Cecropia güveleri sadece geceleri uçar ve böylece
birçok düşmandan doğal olarak kurtulmuş olurlar. Bu güve türünün dişileri oval
şekle sahip olan yumurtalarını eğrelti otlarının gövdesine depolar.
Cecropialar'ın tek savunma yöntemi gece avlanmaları değildir. Son derece ilginç
bir savunma yöntemleri daha vardır. Güvenin tüylü duyargalarına herhangi bir
sebeple ışık vurduğunda böcek kendini yere atar ve olduğu yerde saklanarak
düşmanından gizlenir.
Our Amazing World Of Nature, Its Marvels &
Mysteries Reader's Digest, s. 300
Sert Kuyruklu
Ördekler
Ördeklerin en bilinen özellikleri iyi birer yüzücü
ve dalgıç olmalarıdır. Hepsi suda çok seri hareket edebilmelerine rağmen tatlı
suda yaşayan sert kuyruklular yüzme ve dalma konusunda en iyi olan türdür. Sert
kuyruklular, kısa kalın boyunları, sert kuyruk tüyleri ve geniş gagaları olan
kısa kanatlı ördeklerdir. Tüyleri genelde beneklidir ama diğer ördeklerde
olduğu gibi metalik renklere sahip değildir.
Sert kuyrukluların son derece iyi birer dalgıç
olarak nitelendirilmelerinin nedeni; dalarken varlıklarını hiç
hissettirmemeleridir. Herhangi bir tehlike durumunda, suya son derece yavaş
dalarlar. Öyle ki, hiç dalga bırakmadan ortadan kaybolabilirler. Bundan başka
erkek ördeklerin son derece ilginç bir kur yapma yöntemleri de vardır. Bir dişi
ile karşılaştıklarında önce gırtlak keselerini şişirir, kuyruklarını yana
yatırır ve gagalarını sürekli göğüslerinin üzerine bastırıp öterler. Erkek
ördeklerin sesleri çok uzaktan duyulabilecek kadar güçlü bir davulun sesine
benzer.
International Wildlife Encyc; Vol. 21, s.2395
Kirpi
Balığının Güneş Gözlüğü
Sıcak sularda yaşayan kirpi balığı (Sphoeroides
maculatus) güneş ışınları fazlalaştığında gözlerindeki kimyasal maddeleri
değiştirme özelliğine sahiptir. Balık bu değişiklik ile birlikte kendisine bir
nevi güneş gözlüğü oluşturur. Bu sayede güneş ışınlarından etkilenmemiş olur.
Bilim ve Teknik Dergisi, Şubat 1985, s. 33
Su
Sineği Larvalarındaki Tasarım
Su sineği larvalarının çoğu zengin besin
kaynaklarının bulunduğu sularda yaşar. Larvaların en büyük problemlerinden
biri, hızla akan suyun üstünde asılı olarak kalabilmektir. İki şey larvaların
suda tutunabilmelerine yardımcı olur: Kayalara tırmanabilmelerine yardımcı olan
bacaklarının her birinde bir pençe içeren tırmanıcı bölümler ve hemen hemen
yassı ve düz olan bedenleri…
Allah'ın onlar için özel olarak yaratmış olduğu bu
vücut yapısı sayesinde larvalar su üzerinde kolaylıkla asılı kalabilir. Suyun
altındaki yuvalarında büyüyen sinek larvaları belli bir müddet sonra hep
birlikte suyun yüzeyine doğru çıkmaya başlar. Gelişen larvalar çok kısa bir
süre içinde sert derilerini açıp, içinden çıkar ve kanatlı genç sinekler haline
dönüşürler.
Ranger Rick, June 1992, s. 16-17
Renkli ve Hafif Gagalar
Tukanlar'ın en dikkat çekici özellikleri hiç
kuşkusuz ki parlak renkli gagalarıdır. Yağmur ormanlarında yaşayan Tukanlar'ın
çeşitli etkiler sonucunda delik deşik olmuş gagaları meyveleri kolaylıkla
yiyebilecekleri kadar güçlü bir yapıda yaratılmıştır. Bu kadar büyük ve güçlü
bir gaganın ağır olacağı düşünülmüş olabilir. Oysa Tukanlar'ın boyutlarına göre
oldukça büyük olan gagalarının en önemli özelliği çok güçlü olmalarına rağmen
şaşırtıcı şekilde hafif olmasıdır.
Our Amazing World Of Nature, Its Marvels &
Mysteries Reader's Digest, s. 187
Vervet
Maymunlarının Anlaşma Şekilleri
Hayvanlar dans etme, kuyruk sallama, çığlık atma,
renk değiştirme gibi yöntemlerle birbirlerine mesajlar gönderir. Canlılar
arasında bu gibi yöntemler kullanılarak gerçekleştirilen bir iletişim olduğu
uzun zamandır biliniyordu. Ancak bu iletişimin içeriğinin çözülmesi çok yakın
dönemlerde gerçekleşmiştir. Hayvanlar arasındaki karmaşık iletişim sistemlerine
küçük gruplar halinde yaşayan Vervet maymunlarının kullandığı sistemi
verebiliriz. Bu maymunların farklı yırtıcı hayvan türlerine göre kullandıkları
üç değişik uyarı sesleri vardır. Bunlardan biri yılanlar, ikincisi leoparlar,
üçüncüsü de kartallar içindir. Vervet maymunlarının hırıltıları yumuşak kısa,
bazen art arda havlama sesleri gibi tanımlanabilecek düşük frekanslı seslerden
oluşur. Yapılan araştırmalar sonucunda maymunların değişik şartlarda değişik
hırıltılar çıkardığı da bulunmuştur. Örneğin bir maymunun toplumsal anlamda
egemen konumda bulunan başka bir maymunla karşılaştığı zaman çıkardığı hırıltı
ile, toplumsal olarak kendinden daha aşağıda bulunan bir türdeşiyle
karşılaştığında çıkardığı sesler birbirinden çok farklıdır. Açık bir alana
çıktığında ya da yabancı maymunlar gördüğünde çıkardığı sesler de çok
farklıdır. İnsana göre sadece basit bir hırlama olan bu sesler aslında
maymunlar arasındaki haberleşme sesleridir. Allah'ın ilhamıyla hareket eden bu
canlılar bize kendilerini Yaratan'ı tanıtırlar.
Marian Stamp Dawkins,Through Our Eyes Only?/The Search For Animal Consciousness, s. 33-36
Caddisfly
Larvaları
Mayıs böceği benzeri bir böcek olan Caddisfly'ın
larvaları suyun altında yaşayan tırtıl görünümlü canlılardır. Düşmanlarından gizlenmek için kendi
çevrelerinde boru şeklinde sığınaklar inşa eden larvalar, bu işi
yapabilecekleri bir ipek üretme sistemine sahiptir. Kendi ürettikleri ipek ile
ördükleri bu sığınakları daha sonra sopa, çakıl taşı ve suda buldukları
malzemeleri kullanarak düzenlerler.
İlginç bir görünüme sahip olan yuvalarının içinde
mükemmel bir şekilde kamufle olan Caddisfly larvalarını fark etmek oldukça
zordur. Ayrıca larvaların yuvaları düşmanlarının içeriye giremeyeceği kadar
sert ve dayanıklıdır. Bundan başka larvalar vücutlarının en arkasındaki
çengelleri kullanarak bulundukları yerde sürünerek ilerleyebilir ve böylece
düşmanlarından gizlenmiş olurlar.
Caddisfly larvalarının su altındaki büyümeleri sona
erdiğinde koza yapmaya başlar. Bunun için ipekten yaptıkları yuvalarının her
iki ucunu da kapatırlar. Bir Caddisfly larvası bu kozanın içerisindeyken de çok
fazla değişiklik geçirir. Bu değişimler de tamamlandığında ipekten yapılmış
yuvasını kemirerek açarak dışarı çıkar ve kıyıya ulaştığında da derisini döker.
Caddisfly larvaları artık güve şeklini almıştır. Bundan sonra bir eş bulabilmek
için suyu terk eder. Suyun altındaki bir canlının pek çok aşamadan geçerek
farklı bir canlı haline gelmesinde görülen akıl, herşeyin hakimi olan Allah'a
aittir.
Ranger Rick, June 1992, s. 18-19
Balıkçılların
Çeşitli Özellikleri
Allah kuşları çok çeşitli renklerde yaratmıştır.
Ayrıca her kuş türünün kendi içinde sahip olduğu renk çeşitliliği de Allah'ın
üstün yaratışının delillerinden bir tanesidir. Örneğin balıkçıl kuşları su olan
her yerde görülebilen kuşlardandır. Büyük mavi balıkçıl Kuzey Amerika'da
yaşayan en uzun boylu yabani kuştur. Renkleri ile dikkat çeken mavi balıkçıllar
yuva yapma zamanları hariç grup halinde toplanmaz. Balıkçılların toplu yuva
yerleri genellikle insanların ulaşmasının zor olduğu uzak ve gizli bölgelerde
bulunur. Başka bir tür balıkçıl olan Hank balıkçılları ise ilkbaharda çok
farklı renklere bürünür. Yetişkin balıkçılların renkli gagalarının etrafında,
yalnızca yuva yapma zamanına özgü renkli parçalar bulunmaktadır.
Ranger Rick, June 1992, s. 22
Sincapların
Hassas Duyuları
Sincaplar kışın yiyecekleri besin maddelerini daha
önceden toplayan canlılardandır. Kış için yiyecek depolayan sincaplar, çeşitli
yerlere gömdükleri fındıklarını mükemmel koku duyularını kullanarak bulur. Öyle
ki, 30 cm.'lik karın bile altına gizlenmiş olan fındıkların kokusunu
alabilirler. Sincapların da pek çok canlıda olduğu gibi kendi aralarında
kullandıkları haberleşme yöntemleri vardır. Örneğin kırmızı sincaplar düşman
gördüklerinde kuyruklarını sallar ve heyecanlı sesler çıkarmaya başlar. Bu
haberleşme yöntemlerinin dışında yüksek dallarda koşarak hareket edebilen
sincaplar kuyruklarını denge sağlamak için de kullanır. Yönlerini de
kuyruklarını çevirerek değiştirirler. Sincapların kuyrukları bir geminin dümeni
ile aynı işlemi görür. Sincapların bıyıkları da dengelerini sağlamada önemli
bir unsurdur. Bıyıkları kesilen sincaplar dengelerini koruyamazlar. Aynı
zamanda sincaplar bıyıklarını geceleri dolaşırken etrafta bulunan nesneleri
hissetmek için de kullanır.
Ranger Rick, October 1993, s. 6-12
Susuzluğa
Dayanıklı Muhabbet Kuşları
Yabani muhabbet kuşları Avustralya'nın fazla yağmur
almayan bozkırlık bölgelerinde yaşar. Su ihtiyaçlarını yedikleri tohumlardan karşıladıkları için bu
kuşlar hava son derece kurak da olsa 1 ay boyunca hiç su içmeden rahatlıkla
yaşayabilir. Yabani muhabbet kuşlarının hayatlarında suyun çok önemli bir yeri
vardır. Örneğin yeterli miktarda su bulamadıkları zaman, yavru yapmayı
durdururlar ve su için yeni yerler aramaya çıkarlar. Yeterli büyüklükte su
birikintisi bulduklarında olabildiğince hızlı bir şekilde yumurtlamaya
başlarlar.
Ranger Rick, August 1999, s. 5-7
Ormanlarının
Sahte Çiçekleri: Mantisler
Mantis böcekleri, süslü dış görünümleri nedeniyle
ormanların sahte çiçekleri olarak da bilinirler. Örneğin Hymenopus mantis türü
alt kollarını açar ve çiçeğin taç yapraklarını taklit etmek için oval kuyruk
bölümünü havaya kaldırır. Görünümüyle üzerinde bulunduğu çiçeğe tıpatıp
benzeyen Mantis, bu şekilde nektar arayan kelebekleri kendine doğru çekmiş
olur. Başka tür Mantisler de görünümleri sayesinde çiçeklerin ve yaprakların
arasına kolaylıkla karışır. Bununla birlikte Mantisler son derece çevik hareket
eder. Hareketsiz dururken bile aniden saldırıya geçebilecek kadar hazırdırlar.
Borneo, The World's Wild Places, Time Life Books, s.
68
Zebra Çatal Kuyruklu Kelebekler
Zebra çatal kuyruklu kelebeklerin üst kısımları
adlarından da anlaşılacağı gibi zebraya benzeyen çizgileri olan siyah ve beyaz
renklerden oluşmaktadır. Kelebeğin kanatlarındaki bu desenlerin düşmanlarının
dikkatini kuyruğuna doğru yönelttiği düşünülmektedir. Bu kelebek için önemli
bir savunma sistemidir. Çünkü kanatlarındaki bu yapı sayesinde bir kuş,
kelebeğin kuyruğuna gagası ile çarptığında dahi kelebek için hayati bir tehlike
söz konusu olmaz. Çünkü kopan kuyruk kelebeği etkilemez.
Yan sayfada alttaki resimde ise bu kelebek türünün,
kelebek olmadan önceki (koza içindeki) hali görülmektedir. Kozalar dış görünüş
olarak bir yaprağa benzedikleri bu evrede ipek bir kuşakla bulundukları yere
bağlanırlar. Diğer kelebeklerin pupalarında olduğu gibi bu kelebeklerin
pupaları da zamanı geldiğinde kenarlardaki dikiş yerlerinden ayrılır. Ve bu
şekilde kozada bir kapak ortaya çıkmış olur. Kozadan çıkmaya çalışan kelebek bu
kapağın arkasını iter, yukarıya doğru yuvarlanır ve kuruması için kanatlarını
bir süre aşağıya doğru asılı bir şekilde tutar. Kozanın yapısındaki bu özel
tasarımın tesadüflerle oluşabileceğini öne sürmek elbette ki imkansızdır.
Thomas Emmel, Florida's Fabulous Butterflies, s. 61
Kürklü Kuyruklar
Boyut olarak küçük olan hayvanlar hareket
etmediklerinde hızla ısı kaybeder ve donma tehlikesi ile karşılaşırlar. Bu da
onlar için özellikle uykuda oldukları vakitlerde bir tehlike oluşturur. Ama
Allah her canlı türü için olumsuz dış şartlardan etkilenmemelerini sağlayacak
korunma yöntemleri yaratmıştır.
Örneğin sincap gibi canlılar kalın bir kürke
benzeyen kuyruklarını vücutlarının etrafına sarmalayıp, bir top gibi kıvrılarak
uyur. Sincapların kuyrukları tıpkı bir palto gibidir. Soğuk havalarda
uyuduklarında sincaplar kuyrukları sayesinde donmaktan kurtulur.
Jill Bailey, Anticipating The Seasons, Nature Watch
Series, s. 10
Baykuşların
Soğuktan Koruyan Tüyleri
Baykuşlar gece yaşayan kuşlardır. Bu nedenle gece
olup da sıcaklık düştüğü zamanlarda avlanmak için harekete geçerler. Vücut
yapılarını incelediğimizde diğer yırtıcı kuşlar içinde en kalın tüylere sahip
olanların baykuşlar olduklarını görürüz. Örneğin resimde görülen ve karlı
bölgelerde yaşayan bu baykuş türünün özellikle bacaklarının ve ayaklarının
üzerinde son derece kalın tüyler vardır.
Allah tarafından onlar için yaratılmış olan bu özel tasarım sayesinde
baykuşlar soğuktan etkili bir şekilde korunmuş olur.
John Hendrickson, Raptors, Birds of Prey, s. 11
İğneli İstakozların Göçü
İğneli istakozlar Florida kıyılarındaki ve Bahama
çevresindeki mercan kayalıklarında yaşar. Fakat hava şartlarının değişmesiyle
birlikte kayalıklardaki yuvalarını bırakırlar ve deniz altında toplanmaya başlarlar.
Daha sıcak ve güvenli olan derinlerdeki sulara doğru yapacakları göç için bir
hazırlıktır bu. Göçe hazırlanan istakozların her biri yapışkanımsı antenleriyle
önlerindeki istakozun arkasına tutunur ve tek sıra oluştururlar. Oluşturulan
her sırada yaklaşık 50 tane istakoz bulunur.
İstakozların tek sıra oluşturarak hareket etmelerinin önemli sebepleri
vardır. Öncelikle bu hareket suyun sürükleme etkisini azaltır ve daha az güç
harcamalarını ancak daha hızlı hareket etmelerini sağlar. Bundan başka hiçbir
gizlenme yeri olmayan açık kum ovaları boyunca hareket eden istakozlar
karşılarına çıkan tehlikelere karşı daha etkili bir koruma sağlamış olur. Göç
eden istakoz sürüleri düşmanları tarafından saldırıya uğradıklarında yaptıkları
sırayı bozar ve kıskaçları dışarıda olacak şekilde yeni bir sıra oluştururak
savunma yaparlar.
David Attenborough, The Trials of Life, s. 123
Güneş
Kuşları
Afrika'da yaşayan güneş kuşları genel olarak sinek
kuşlarına çok benzeyen canlılardır. Güneş kuşları da sinek kuşları gibi son
derece ufaktır. Buna rağmen onlar da nektar toplamak için uzun mesafe uçuşları
yapabilir. Gagaları ve dilleri çiçeklerdeki nektarı derinlerden kolaylıkla
çekebilecekleri şekilde tasarlanmıştır. Havada asılı kalma konusunda sinek
kuşları kadar başarılı değildirler. Bir çiçek önünde kısa sürelerle havada
asılı kalabilmelerine rağmen, genel olarak çiçeklere konarak beslenmeyi tercih
ederler. Erkek güneş kuşları da, sinek kuşlarında olduğu gibi dişilerden daha
renklidir. Bu kuşlardaki renk çeşitliliği pigmentlerden çok tüylerindeki
renklerin yapısından kaynaklanır. Güneş ışığının hareketiyle birlikte tüyler
üzerindeki renkler de çeşitlilik gösterir.
Dr. Greg and Mary Beth Dimijian, Animal Watch, s. 83
Süngerlerin Şaşırtıcı Özellikleri
Bilim adamları Meksika'da yaşayan tüp süngerlerinin
nasıl olup da sindirim sistemleri, sinir sistemleri, beyinleri ve kasları
olmadan nefes aldıkları, yemek yedikleri ve kendilerini korudukları gibi
sorulara cevap aramaktadırlar. Yakın zamanlarda keşfedilen bir tür olan Asbetpoluma
hupogena isimli boyutu başparmak tırnağından biraz daha büyük olan süngerin
beyaz oval vücudundan çıkan uzantıları vardır. Bu uzantılardan da küçük
tüycükler çıkmaktadır. Tüycükler deniz kabuklularını yakalayacak bir kanca
görevini görür. Av yakalanır yakalanmaz süngerin hücreleri harekete geçer ve
deniz kabukluları 24 saat içinde tamamen sünger hücreleri ile kaplanır.
Süngerin hücreleri et parçalarını emerek kendi sitoplazmalarına geçirirler.
Yiyeceği hazmedebilmeleri içinse süngerlerin hareket etmeleri gerekmektedir.
Hiçbir organı olmamamasına rağmen çok farklı bir yöntem kullanarak et
sindirebilen bu canlı Allah'ın çeşitli yaratmasının örneklerinden sadece
biridir.
International Wildlife, July-August 1999, s.27
Ur Sineklerinin Üreme Yöntemleri
Ur sinekleri yuvalarını, yenilebilir niteliklerdeki
yaprakların üzerine kurar. Bunun çok önemli bir nedeni vardır. Bu sineklerin
dişileri yumurtalarını yaprak dokularının içerisine depolar. Bu işlemi yaparken
kullandıkları yöntem ise son derece ilginçtir. Ur sineklerinin vücutlarında
özel bir kimyasal madde üretilmektedir. Yapraklarda ur şeklinde bir çıkıntı
oluşmasına sebep olan bu kimyasal maddeyi, sinekler yumurtalarla birlikte
yaprak dokusuna enjekte eder. Yaprakta oluşan çıkıntı larvaların büyüme odası
olacaktır.
Bir süre sonra yumurtadan çıkan larvalar yenilebilir
nitelikte duvarları olan bu güvenlikli odada hem korunmuş, hem de kolaylıkla
beslenmiş olur. Görüldüğü gibi Ur sineklerinin üreme yöntemleri son derece
ilginçtir. Sineğin vücudundaki kimyasal madde sadece bu türe özgü bir maddedir.
Yapraklarda çıkıntı oluşturması ve bu çıkıntının larvaların büyüyebileceği
özelliklere sahip olması da son derece özel bir durumdur.
Üremek için gereksinim duyduğu bu maddeyi sineğin
kendi kendine oluşturması elbette ki imkansızdır. Bu maddenin tesadüfen
oluşması da mümkün değildir. Ur sineklerinin üremeleri birbirine bağlı
gerçekleşen olayların aynı anda ortaya çıkmasına, yani aynı anda yaratılmasına
bağlıdır. Sinek bu üreme sistemi ile birlikte Allah tarafından yaratılmıştır.
Allah her canlının ihtiyacını bilendir ve rızkını verendir.
Our Amazing World Of Nature, Its Marvels &
Mysteries Reader's Digest, s. 300
Mavi
Kelebek Tırtılının Şaşırtıcı Planı
Resimde görülen mavi kelebek tırtıllarının son
derece ilginç bir barınma yöntemleri vardır. Tırtıl yumurtadan çıktıktan sonra yaklaşık 3
haftalık bir süre boyunca kekik bitkisiyle beslenir. Bu sürenin bitiminden
sonra da tırtıl bitkiden aşağıya doğru iner ve daha sonra etrafına bir koku
yaymaya başlar. Bu hareketinin çok önemli bir nedeni vardır. Tırtılın yaydığı
koku, yakınlarda yaşayan kırmızı karıncalara çok cazip gelen bir kokudur ve
karıncaları tırtılın bulunduğu bölgeye çekecektir. Etrafına karıncaları
toplayan tırtılın bu aşamadan sonraki davranışları ise son derece ilgi
çekicidir. Kokunun etkisiyle kendisine yaklaşan kırmızı karıncaları gördüğünde
tırtıl başının arkasındaki deriyi şişirerek karınca larvalarını taklit etmeye
başlar. Taklit o kadar başarılıdır ki buna aldanan karıncalar tırtılı karınca larvası
zannederek kendi yuvalarının olduğu yere taşırlar. Tırtıl hemen hemen 1 yıl
boyunca bu yuvadaki karınca larvalarıyla beslenerek büyür. Kış mevsimini
karınca yuvasında derin bir uykuda geçiren tırtıl ilkbahar gelince kendine bir
ipek kozası yapar. Yazın ortası geldiğinde ise yuvayı terketmeden önce kozanın
içerisinde değişmeye başlayarak yavaş yavaş yetişkin bir kelebek haline gelir.
Michael Scott, The Young Oxford Book of Ecology, s.
33
Hayvan
Gözlerindeki Özel Tasarımlar
Doğadaki hayvanların tümünün türlere göre
birbirlerinden çok farklı özellikleri vardır. Dış görünüşleri, deri türleri,
göz ve ağız yapıları gibi… Bu özelliklerden tek bir tanesinin incelenmesi bile
özel bir yaratılışın olduğunun anlaşılması için yeterli olacaktır. Örneğin
omurgalı hayvanlardaki çeşitli göz yapılarını inceleyelim. Omurgalı hayvanlarda
gözlerin konumunun değişmesi görme güçlerinin de değişmesine neden olur.
Örneğin beyaz kuyruklu geyiklerin gözleri yüzlerinin yan taraflarında yer alır.
Gözlerin bu konumu geyikler otlanırken bile her iki taraflarını da görmelerini
sağlar. Geyik bu sayede arkasından gelen bir avcının yerini hemen farkedebilir
ve harekete geçebilir. Başka bir omurgalı hayvan olan su aygırlarının göz
yuvaları (göz küresinin bulunduğu kemik boşlukları) ise diğer canlılara göre
daha yüksek bir yerde bulunur. Gözlerinin bu konumu sayesinde hayvan, kafasının
büyük bir bölümü su altındayken dahi etrafını rahatlıkla görebilir. Başka bir
örnek olarak da gece yaşayan canlılardan baykuş maymunlarını verebiliriz. Gece
yaşayan diğer birçok hayvan gibi baykuş maymununun da son derece büyük gözleri
vardır. Ayrıca gözlerinin başının önünde bulunması da bu canlıya çok geniş bir
bakış açısı kazandırır. Bu sayede baykuş maymunları çok uzun mesafeleri dürbün
kullanıyormuşçasına rahat görürler. İhtiyaçlarına göre özelliklerle yarattığı canlılar üzerinde bize sanatını
tanıtan Allah'ın şanı çok yücedir.
Solomon, Berg, Martin, Villee, Biology, s.876
Guanacolar'ın
Sosyal Yaşamları
Güney Amerika'da yaşayan bir deve türü olan Guanacolar
düzenli sosyal yaşama sahip olan hayvanlardandır. Guanacolar ailelerini,
beraber yaşadıkları sürülerini ve yaşadıkları bölgelerini tehlikelerden uzak
tutmak için birbirlerine mesajlar gönderir. Haberleşirken kulakla işaret
gönderme, mırıldanma, çömelme, tükürme, göğse vurma, kuyruk sallama gibi pek
çok hareketi kullanırlar. Guanacolar vücut duruşları ile de mesaj gönderirler.
Zamanlarının çoğunu kendi yerleşim bölgelerinin sınırlarını belirlemekle
geçiren yetişkin erkekler için vücut duruşu özellikle önem taşımaktadır.
Yabancı bir erkek yaklaştığında o bölgeye hakim olan erkek, kuyruğunu havaya
kaldırarak ani bir şekilde dimdik ayağa kalkar. Boynunu kıvrılmış bir S şekline
getirir, kulaklarını arkaya doğru yatırır ve burnunu yukarı doğru kaldırır. Bu
şekilde Guanaco düşmanına gözdağı vermiş olur.
International Wildlife, July/August 1998
Lorisler'deki
Özel Tasarım
Lorisler gece vakitlerinde faaliyet gösteren ve son
derece yavaş hareket eden hayvanlardır. Bir av gördüklerinde çok yavaş ve
dikkatli bir şekilde sürünerek yaklaşırlar. O kadar sessizce hareket ederler
ki, duran bir böceği ya da uyumak üzere olan bir kuşu, onlar tehlikeyi
farketmeden önce yakalayabilirler. Lorisler ağaçlarda asılı durarak yaşayan
canlılardır. Başka bir canlının Loris kadar -kimi zaman tüm gün boyunca- bir
dalda asılı kalması oldukça zordur. Loris içinse sürekli olarak ağaçlarda asılı
kalmak hiçbir sorun oluşturmaz. Çünkü Loris'in ön kollarının her biri, kan
akışını düzenleyen kapsamlı bir kan damarı ağına sahiptir. Görüldüğü gibi bu
canlıda tam ihtiyacı olan özelliklerin sağlandığı bir tasarım söz konusudur. Bu
tasarım ise hiçbir şeye ihtiyacı olmayan Allah'a aittir.
Borneo, The World's Wild Places, Time Life Books, s.
103
Bal
Porsuğunun Kalın Derisi
Bal porsuğu arı kovanlarından bal yiyerek beslenen
bir canlıdır. Yiyecek ararken çoğu zaman arıların saldırılarına maruz kalan bal
porsuğunun derisi bu saldırılara dayanıklı olacak şekilde Allah tarafından
yaratılmıştır. Porsuğun derisi o kadar sert ve dayanıklıdır ki bir arının
iğnesinin bile bu deriyi delmesi imkansızdır.
Kedilerin Özel Gözleri
Kediler karanlıkta çok iyi görebilen canlılardandır.
Bunu sağlayan, kedilerin gözlerinin arkasında bulunan ve gözlerine gelen her
ışını çift görmelerini sağlayan özel bir yansıtıcı yüzeydir.
Aslanların
Gözleri
Mükemmel bir gece görüşüne sahip olan aslanlar bu
sayede geceleri rahatlıkla avlanabilir. Karanlıkta dolaşan aslanların ışığı
mümkün olduğu kadar fazla toplayabilmeleri için gözlerinde özel bir tasarım
vardır. Diğer canlılara göre daha büyük olan gözbebekleri ve lensleri aslanları
iyi birer avcı yapan en önemli özelliklerdendir. Allah bu canlıları içinde
yaşadıkları ortama en uygun özelliklerle birlikte yaratmıştır.
Chistopher Mc Gowan, The Raptor and The Lamb, s.11
Kelebeklerin
Muhteşem Kanatları
Çoğu kelebeğin kanatlarının üstünde ve altında
birbirinden farklı desenler bulunur. Kelebekler bu desenleri kamuflaj yapmak
için kullanır. Vücutlarının alt kısımlarında genellikle soluk renkler vardır.
Saklanmak istediklerinde kelebekler bu renklerinden faydalanır. Daha parlak ve
canlı renklerdeki desenlerini ise sadece gerektiği zamanlarda –çiftleşme
dönemlerinde olduğu gibi- kanatlarını açık tutarak ortaya çıkarırlar.
Thomas C. Emmel, Florida's Fabulous Butterflies, s.4
Kelebeklerin Uzun Dilleri
Kelebeklerin pek çoğunun uzun bir burnu (Proboscis)
vardır. Proboscis, çiçeklerin derinlerde olan nektar gibi sıvı besinlerini
emmek ya da su içmek için kulanılan uzun bir dildir. Kelebekler bu uzun
dillerini kullanmadıkları zamanlarda içeriye doğru sararlar. Bu dil
yuvarlanarak sarılmadığı zamanlarda kelebeğin boyunun 3 katı kadar uzayabilir.
Thomas C. Emmel, Florida's Fabulous Butterflies, s.4
Kelebeklerin
Zırhları
Kelebeklerin de diğer böceklerde olduğu gibi
vücutlarının dışını çevreleyen bir iskeletleri vardır. Bu dış iskelet yumuşak
dokuya bağlı olan sert tabakalardan oluşur ve zırhlı bir elbiseye benzer. Bu
sert tabaka "kitin" denen bir maddeden oluşmaktadır. Bu tabakanın
oluşumu son derece ilginç bir süreç sonucunda gerçekleşir. Bilindiği gibi
kelebek tırtılları oldukça detaylı bir metamorfoz süreci geçirir. Tırtıl öncelikle
bir pupa olur, daha sonra pupa bir kelebeğe dönüşür. Bu değişim süreçleri
boyunca kanatlarda, duyargalarda, bacaklarda ve diğer organlarda küçük
değişiklikler meydana gelir. Uçuş kasları, kanatlar gibi farklı merkezlerdeki
hücreler de değişimin her aşamasında kendilerini tekrar düzenler. Bundan başka
bu değişimlerle birlikte vücuttaki hemen hemen her sistem de -sindirim sistemi,
boşaltım sistemi ve solunum sistemi gibi- değişim geçirir.
Thomas C. Emmel, Florida's Fabulous Butterflies, s.4
Kelebek
Gözündeki Tasarım
Kelebeklerin bileşik gözleri, nesneleri tek tek
parçalardan oluşan bir mozaik şeklinde görebilmelerini sağlayan pek çok gözden
oluşmaktadır. Bu gözlerin her biri, resmin bütününün tek bir parçasını görür.
(Bunu bir bilgisayar ya da televizyon ekranındaki resmi oluşturan noktalara
benzetebiliriz.) Bu küçük gözlerin sayısı bazı kelebek türlerinde 17.000 adete
kadar çıkabilmektedir.
Ne
kadar çok parça göz varsa canlının gördüğü detaylar da o kadar netleşir.
Kelebeklerdeki bu tasarım çeşitliliği üstün güç sahibi Allah'a aittir. Allah
her canlıya ihtiyacı olan özellikleri verendir.
Thomas Emmel, Florida's Fabulous Butterflies, s.29
IŞIK SAÇAN CANLILAR
Işık saçan canlıların en bilinenleri ateş
böcekleridir. Bilim adamları yıllardır sürdürdükleri araştırmalarında ateş
böceklerinin ürettikleri kadar verimli bir ışık üretmeye çalışmaktadırlar.
Işıktan maksimum verim elde eden ve neredeyse hiç enerji kaybetmeyen ateş
böcekleri, bu özellikleri nedeniyle sürekli araştırma konusu olurlar.
Gerçekte bir canlının ışık üretmesi, aynı zamanda da
bu ışığın ısısından etkilenmemesi son derece şaşırtıcıdır. Çünkü bilindiği gibi
günümüz teknolojisi ile gerçekleştirilen ışık üretiminde, mutlaka bir sıcaklık
açığa çıkar ve bu sıcaklık da dışarıya
ısı enerjisi olarak verilir. Dolayısıyla bu durumda ışık üreten canlıların da
zarar görmesi gerekmektedir. Oysa ışık üreten canlılarda kusursuz bir tasarım
vardır. Kendi ürettikleri sıcaklıktan hiç etkilenmezler. Çünkü genellikle bu
canlılar ışık ürettikleri sırada çok fazla
miktarlarda bir sıcaklık da açığa çıkmaz. Vücut sistemleri buna uygun
olarak tasarlanmıştır.
Deniz altı canlıları, böcekler ve daha pek çok canlı
türü kendi ışıklarını kendileri üretirler. Her birinin ışığı üretim şekilleri,
kullanım alanları, süreleri ve üretilen ışığın cinsi gibi özellikleri
birbirinden çok farklıdır.
Her canlıya kullanabileceği niteliklerde ışık
üretebileceği sistemi veren, bu sistemin devamlılığını sağlayan ise elbette
canlıların kendileri değildir. Tesadüfler sonucunda ışık üreten organların
ortaya çıkması mümkün değildir. Işık saçan tüm canlılar Allah'ın üstün yaratma
sanatının tecellisidir. Allah sonsuz bilgi, akıl ve kudretinin delillerini,
yarattığı canlılar vasıtasıyla bizlere
tanıtmaktadır.
Işık
Üreten Comb Jelly
Comb Jelly tıpkı deniz anaları ve deniz Anemonları
gibi hassas canlılardandır. Genellikle mikroskobik bitkiler ve küçük deniz
hayvanları ile beslenirler. Bazıları avlarını tıpkı balık oltası gibi suda
hareket eden yapışkan dokunaçları ile yakalar. Bir türün ise çok geniş bir
biçimde açılabilen ve diğer Comb Jellyler de dahil olmak üzere pek çok canlıyı
yutabilen ağızları vardır. Comb Jelly'nin vücudunda sıra halinde ince tüyler
bulunur. Bu tüylerini suda kendini ileri doğru itebilmek için kullanır. Bundan
başka hemen hemen tümünün sırtında tıpkı dikiş yerine benzeyen, özel ışık
üretebilen hücreler bulunmaktadır. Türlerin de kendi içlerinde ilginç
özellikleri vardır. Örneğin kırmızı Comb Jelly dokunulduğunda parlar. Aynı
zamanda suya parıldayan, ışıklı taneler bırakabilir. Bu, düşmanlar için
kullanılan bir şaşırtma yöntemidir.
Anita Ganeri, Creatures That Glow in The Dark, s. 28
Işık
Saçan Mürekkep Balıkları
Deniz diplerinde yaşayan küçük mürekkep balıklarının
gözlerinin ve dokunaçlarının üzerinde ışık saçan organlar bulunmaktadır. Bu
organlar bir yandan mürekkep balıklarının planktonları kendilerine
çekebilmeleri için ışıldak (projektör) görevi görürken bir yandan da
planktonları yakalayabilmeleri için kapan görevi görür.
Our Amazing World Of Nature, Its Marvels &
Mysteries Reader's Digest, s. 153
Böceklerin
Işıkla Anlaşmaları
Böceklerin kullandıkları anlaşma yollarından bir
tanesi de ışıktır. Allah tarafından kendilerine verilmiş olan ışık üretme
yeteneği sayesinde pek çok böcek türü ışık saçarak birbirlerine mesaj gönderir.
Örneğin güneş battığında ortaya çıkan yetişkin iki erkek ateş böceği eş
bulabilmek için etrafa birlikte işaretler gönderir. Bundan başka kandil
böcekleri de düşmanlarını uyarmak için sürekli olarak parıldayan kuyruklarını
kullanır. Mangrov ağaçlarında bulunan Pteropteryx malaccae böceklerinin
erkekleri ise, bir saniyenin her dörtte üçü kadar zamanda bir kere ışık
saçarlar.
Borneo, The World's Wild Places, Time Life Books, S.
46
Ateş
Böcekleri
Ateş böcekleri vücutlarının içinde gerçekleşen
kimyasal reaksiyonlar sonucu ürettikleri yeşil-sarı ışıklarla tanınan
böceklerdir. Haberleşmek ve çiftleşme mesajı verebilmek için bu ışıkları
kullanan ateş böceklerinde türe göre ışıldama uzunluğu değişir. Ayrıca bazı
türlerde, dişiyi cezbetmek için önce erkek ışıldarken, bir diğerinde çağrıyı
dişiler yapabilir. Bazı türler ise ışıklarını kendilerini savunmak için
kullanır. Saçtıkları ışık aynı zamanda tadlarının kötü olduğu mesajını da
iletir. Bundan başka ateş böceklerinin sadece erkeklerinin kanatları vardır.
Erkekler çiftleşebilmek için uçarak dişi ateş böceklerini ararlar. Çiftleşme
gerçekleştikten sonra dişi, yumurtalarını bir kayanın ya da bitki örtüsünün
altına bırakır. Beş hafta sonra, yumurtalar kırılır ve larvalar çıkar. Ateş böceklerinin
başka bir özelliği de hayatlarının her safhasında gelişme halinde olmalarıdır.
Anita Ganeri, Creatures That Glow in The Dark, s.
10-11
Işıklı
Demir Yolu Kurtları
Demir yolu kurdu ismini, kafasındaki parlak kırmızı
ışık ve saçtığı ışıktan dolayı gece yolculuk eden bir trenin pencerelerini
andıran gövdesi nedeniyle almıştır. Demir yolu kurdu, Güney ve Orta Amerika'da
yaşar ve çok seyrek olarak ortaya çıkar. Sadece geceleri yiyecek bulmak için
ortaya çıkan bu canlı eğer kendini bir tehlike altında hissederse, birden
kafasındaki ve vücudundaki ışıkları yakar ve düşmanını uzak durması için
uyarır. Bu ışık gösterisi sırasında, başı ateş
kırmızısı ve vücudu da soluk yeşil-sarı gibi bir renk alır.
Normal zamanlarda demir yolu kurtlarının rengi,
kütüklerin ya da kayaların altında saklanmasına yardımcı olan donuk bir
kahverengidir.
Demir yolu kurdunun kullandığı ışıklar vücudunda
gerçekleşen kimyasal reaksiyonlar sayesinde üretilir. Demir yolu kurdunun
vücudunun her bir kenarında soluk renkte yeşil-sarı ışık saçan 11 tane spot
bulunmaktadır. Işıklarının tamamını bir kerede veya zaman içinde birkaç kerede
yakabilir. Dişi demir yolu kurtlarının ise sadece başında parlak kırmızı bir
ışık bulunur.
Dişi, yumurtalarını yerin altındaki yuvasına bırakır
ve kurda benzeyen larvalar yumurtalardan çıkana kadar üzerlerine kıvrılarak
onları korur. Yaklaşık bir yıl sonra larva pupaya dönüşür. Pupa evresinden
sonraki bir ay içinde ise pupa yetişkin haline gelir.
Anita Ganeri, Creatures That Glow in The Dark, s.
14- 15
Mycena
Cyanophos Mantarları
Mycena cyanophos gecenin karanlığında ışık saçan bir
mantar türüdür. Bu mantarın solungaçları karanlıkta flaşsız fotoğraf çekmek
için bile yeterli olacak kadar kuvvetli bir ışık yayar. Söz konusu mantar gibi
bir canlının nasıl olup da bu kadar güçlü bir ışık yaydığı bilim adamları için
cevaplanması gereken bazı sorular oluşturmuştur. Bunun üzerine mantarın ışığı
nasıl ürettiğini bulmak için araştırmalar yapan bilim adamları, bazı enzimlerin
oksijenle birleşmeleri sonucunda bu ışığın oluştuğunu tahmin etmektedirler.
Mycena cyanophos mantarlarında enzim üreten ve seri kimyasal işlemler başlatan
bir sistem vardır. Bilim adamlarının ancak uzun araştırmalar yaparak nasıl
işlediğini bulabildikleri bu sistem sayesinde mantarlar ışık üretir. Böyle bir
sistemin bu mantar türünde tesadüfen ortaya çıkmış olması elbette ki
imkansızdır. Mantarın sahip olduğu ışık üretme sistemi bir tasarımın varlığını
gösterir. Bu, Allah'ın yaratış mucizelerinden biridir. Allah herşeyi eksiksiz
yaratandır.
Borneo, The World's Wild Places, Time Life Books, s.
32
Işık Saçan Mantar Türleri
Canlı ya da ölü maddelerle beslenen mantarlar
yiyeceklerinin üzerini ince bir iplikle sarmalar ve besleyici kısmını emer.
Mantarların tropik orman ve ağaçlıklarda yaşayan yaklaşık 40 kadar türü kendi
yeşil ya da mavi-yeşil ışıklarını üretir. Bazıları geceleri parlar. Diğerleri
ise ağaç dallarında ve gövdelerinde büyür ve üzerinde bulundukları ağaç
kabuğunu da aydınlatırlar. Bu, sporlarını dağıtabilecek böceklerin dikkatini çekmek
için kullandıkları bir yöntemdir. Örneğin bal mantarının köke benzeyen ipleri
ağaca yaslandıkça parıldar. Mantarlar, mikroskopla görülebilecek küçüklükte küf
üretenlerden, Armillaria bulbosa gibi kapladığı alan kilometrelerce kare olan
türlere kadar değişiklik gösterebilir.
Anita Ganeri, Creatures That Glow in The Dark, s. 17
Işıklı
Mürekkep Balığı
Bir tür mürekkep balığı kimyasal olarak mavi-beyaz
bir ışık üretir. Vücudu ve dokunaçları mücevhere benzeyen organlarla kaplıdır.
Bu mürekkep balığının özelliği; kendisini kamufle edebilmek için ışığın
rengini, yoğunluğunu ve çevresini kaplayan şeye göre açısını
değiştirebilmesidir. Dişi mürekkep balıklarının çiftleşmeden önce erkeği
cezbetmek için ya da kendisini koruma amaçlı ışık ürettiği düşünülmektedir.
Yukarıdan gelen ışığa göre ayarlama yaparak kendilerini suyun içinde
düşmanlarına karşı görünmez hale getirebilirler.
Bazı mürekkep balığı türleri ise düşmanlarını
şaşırtmak için suya parlak renkli bir mukus bulutu fırlatır. Bu arada
yaptıkları bu hareket sayesinde kaçmak için vakit kazanırlar. Bazı türler
saatte 40 km.'ye varan bir hızla mürekkep fırlatabilir.
Mürekkep balıkları güçlü ve hızlı yüzen balıklardır.
Hareket etme sistemleri de son derece şaşırtıcıdır. Vücutlarından içeri-dışarı
su pompalayarak hareket ederler. Buraya
kadar sayılan tüm özellikleri mürekkep balıklarındaki tasarımdan sadece birkaç
örnektir. Bu örneksiz tasarım tüm evreni yaratıcı olan Allah'a aittir.
Anta Ganeri, Creatures That Glow in The Dark, s. 18
Gümüş
Renkli Balta Balığı
Balta balığı ismini gümüş renkli, keskin şekilli ve
baltayı andıran narin kuyruğundan dolayı almıştır. Balta balıkları küçük,
parlak ve gümüş renklidir. Gün ışığının az olduğu zamanlarda, suyun yaklaşık
500 m. derininde saklanırlar ama geceleri beslenme amacıyla 300 m. kadar yüzeye
çıkarlar. Diğer birçok derin deniz balığı gibi, karınlarının alt kısmında ışık
üreten organlar bulunur. Bu organların içerisinde, kimyasal maddeler tepkimeye
girer ve dışarıya gün ışığına uygun olan ve kendisini denizin aşağı
kesimlerindeki düşmanlarından saklayan soluk, mavi bir ışık verir. Balta
balığı, vücudunun altında mavimsi ışık yayabilen yaklaşık 100 kadar ışık
organına sahiptir.
Anita Ganeri, Creatures That Glow in The Dark, s. 22
Bakterileri
Kullanarak Işık Üreten Balıklar
Bazı balıklar ihtiyaçları olan ışığı bakterilerle
sürdürdükleri ortak yaşam sayesinde üretirler. Örneğin adını vücudunu kaplayan
zırha benzeyen pullardan alan çam kozalağı balığı, çenesinin altındaki iki ışık
organında yaşayan milyonlarca bakterinin yardımı ile ışık üretir. Bundan başka
Midilli balığının da boğazının arka kısmında, bakteri dolu iki ışık bezi
bulunmaktadır. Balık bu sayede ara sıra yanıp sönerek veya sürekli biçimde ışık
gönderebilir.
Anita Ganeri, Creatures That Glow in The Dark, s.
12-13
Denizdeki
Yakamozun Sırrı: Ostracodlar
Karayib Denizi'nde yaşayan ve ışık üreten birçok
deniz hayvanından biri de, yüzlerce hatta daha fazla türü bulunan
Ostracodlar'dır. Ostracodlar bir susam tohumundan daha büyük olmayan kabuklu
canlılardır, fakat birçok canlının yapamadığı şeyleri yapar ve vücutlarında
ışık üretirler. Ostracodlar ışık saçan zerreleri üst dudaklarının içinde
bulunan bazı bezlerden bırakır. Yalnızca erkek Ostracodlar ışık üretir. Her
gece güneş battıktan yaklaşık olarak 1 saat sonra yüzlerce erkek Ostracod,
dişileri kendilerine çekebilmek için ışık saçmaya başlar. Erkek Ostracodlar
etrafta yüzerken arkalarında parıldayan noktalardan oluşan bir iz bırakır.
Yakamoz olarak adlandırılan bu iz nedeniyle Ostracodlar'ın bulunduğu sularda
binlerce küçük, parlak ışık yanıyormuş
gibi olur.
Dolphin Log, May 94, s. 6
Korunmak
İçin Işık Üreten Canlılar
Deniz yıldızları, denizkestaneleri, tüylü yıldızlar
gibi canlılar "dikenli hayvanlar" olarak adlandırılır. Bu hayvanların
birçoğunun derisi savunma amacıyla kullandıkları keskin dikenlerle kaplıdır.
Deniz kıyılarında, mercan kayalıklarında ve deniz yataklarında yaşarlar.
Bu canlılar düşmanlarından korunmak için kendi
ışıklarını üretir. Parlak kollara ya da omurgalara sahip olan bu canlılar
kendilerine saldırı olduğunda suda ışık bulutları oluşturabilir.
Korunmak için ışık üreten canlılara başka bir örnek
olarak da bir denizyıldızı türünü verebiliriz. Bu denizyıldızı denizin yaklaşık
1000 m. dibinde yaşamaktadır. Kollarının ucundan parlak yeşil-mavi ışıklar
saçar. Işıklı uyarısı düşmanlarına kötü bir tadı olduğunu bildirmek içindir.
Yine başka bir denizyıldızı türü ise kendisine saldırıldığında parlamaya başlar
ve düşmanı uzaklaştırmak için kollarından birini düşmana doğru fırlatır. Bu,
denizyıldızının kullandığı önemli bir savunma taktiğidir. Kopan kolun beyaz
ışık saçmaya devam etmesi düşmanın dikkatini kola yöneltir. Denizyıldızı da bu
sırada kaçar.
Anita Ganeri, Creatures That Glow in The Dark, s. 16
El
Feneri Balığı
Gece olduğunda, el feneri balığı kayalıklarda ya da
mercanların arasında saklandığı yerinden çıkar. Herhangi bir ışığa karşı çok
dikkatlidir ve eğer ay ışığı çok parlaksa ya da herhangi bir dalgıcın ışığını
görürse hemen saklanır. Karanlığın sağladığı emniyetle birlikte el feneri
balığı ışığını, avını bulabilmek, düşmanlarını şaşırtabilmek ve türdeşleri ile iletişim kurmak için kullanır. Parlak
ışıklar, gözlerinin altındaki büyük organlar tarafından üretilir. Bu organlar,
balığın kanına karışan oksijen ve şekerle beslenen ışık saçan milyonlarca
bakteriden oluşur. Balık ışığı açıp, kapatabilir ve yiyecek ararken istediği
yöne çevirebilir. Ürettiği ışık o kadar güçlüdür ki, otuz metrelik mesafeden
bile görülebilir. Aslında, tek bir el feneri balığından gelen ışık bile küçük
bir odayı aydınlatmak için yeterlidir. El feneri balığı bir çeşit kepenk görevi
gören göz kapakları sayesinde ışığını yakıp, kapatabilir.
Anita Ganeri, Creatures That Glow in The Dark, s.
12-13
CANLILARDAKİ
SAVUNMA TEKNİKLERİ
Doğadaki canlılara baktığımızda çok farklı savunma
şekilleri kullandıklarını görürüz. Öldürücü zehirler, korkutucu dış görünümler
ve uyarı sistemleri bunlardan yalnızca birkaçıdır. Bu bölümde ise savunma
sistemi olarak kötü tad ve zehir kullanan canlılardan bahsedilecektir.
Bu tür canlılar zehirli olduklarını düşmanlarına dış
görünümleri ile haber verirler. Dikkat çekici parlak ve canlı renkleri gerçekte
bir uyarı niteliği taşımaktadır. Burada ilginç olan nokta, bu canlıları
tehlikeli kılan kimyasalların ve zehirlerin oluşum şekilleridir. Kimileri
yedikleri besinler sayesinde bu zehirleri elde ederken kimileri de
vücutlarındaki sistemler sayesinde zehir üretirler. Her iki durumda da zehir,
canlıların kendilerine zarar vermez. İşte bu noktada sorulması gereken bazı
sorular vardır. Bu canlılar hangi bitkide zehir olduğuna, ne tür zehirin
kendilerine zarar vermeyeceğine nasıl karar vermişlerdir? Vücutlarında zehir
üretmelerini, biriktirmelerini, bunlardan etkilenmemelerini ve gerektiğinde
kullanmalarını sağlayan sistem nasıl oluşmuştur?
Bir canlının, hangi zehirli bitkiyi yediğinde
etkilenmeyeceğini kendi kendine öğrenmesinin imkanı yoktur. Bu bilgileri başka
bir şekilde edinmesi de mümkün değildir.
Zehirli bitkiler içinden kendi vücudunun etkilenmeyeceği türü, deneme
yaparak bulmaya çalışan bir canlının uzun süre yaşaması elbette ki
olanaksızdır. Bu durumda ortaya tek bir sonuç çıkmaktadır. Söz konusu canlılar
bu özellikleri ile birlikte Allah tarafından yaratılmışlardır.
Zehirli bitkiyi, bitkide oluşan kimyasalları, onu
yiyip de etkilenmeyecek olan canlıyı, bu canlıdaki her türlü koruyucu sistemi
yaratan Allah'tır. Allah tüm canlılar arasında kusursuz bir düzen kurmuştur.
Düşmanı
Uyarmak İçin Kullanılan Renkler
Katydid, çekirge benzeri bir canlıdır. Alttaki
resimde görülen Crayola Katydid'i iri gözleri ve rengarenk vücudu ile
düşmanları açısından korkutucu bir dış görünüşe sahiptir. Dikkat çekici
renkleri, onu avlamak isteyen düşmanlarına kötü bir tadı olduğu mesajını verir.
Bu Katydid türünün vücudundaki kimyasal maddeler, tadını kötü hale
getirmektedir. Katydid bu zehirli kimyasal maddeleri yediği yapraklardan
almaktadır. Dikkat çekici renkleri ile de düşmanlarına bu durumu haber verir.
International Wildlife, May-June 1998, s. 24
Stargazer
Balıkları
Stargazer balıkları tropikal veya yarı tropikal
bölgelerin sığ ve derin sularında yaşar. Yüzgeçleri, solungaçları, göz
yapıları, dudakları kısacası bütün vücut organları yaşadıkları ortama uygun
yaratılmıştır. Örneğin Stargazerler'in başlarının üzerinde bulunan geniş gözlerinin
yanında 50 voltluk elektrik üreten organları vardır. Bu güçte bir volt
Stargazer'e dokunan balıkları geriye doğru fırlatacak kadar güçlüdür.
Bundan başka Stargazer'in göğüs yüzgeçlerinin
üstünde zehir dikenleri de vardır. Zehir dikeni balığın ikinci savunma
mekanizmasıdır ve insan için de ölümcül olabilir. Stargazer'in bedeninin rengi
donuk kahvedir, üzerinde ise beyazımsı lekeler veya çizgiler bulunur. Her iki
renkte de balık çamur veya kumda göze çarpmaz. Stargazerler göğüs yüzgeçlerini
kürek gibi kullanarak ve sağa sola doğru kıvranarak bedenlerini kumun veya
çamurun içerisine gömer. Sadece gözlerini ve burun deliklerini dışarı
çıkarırlar. Kuma gömüldükten sonra çok az hareket ederek düşmanlarının
dikkatlerini çekmemeye çalışırlar.
Stargazer'in aynı zamanda ağzının içinde kurtçuk
benzeri etli bir yapı bulunur. Bunu dışarı çıkarıp sağa sola salladığında
meraklı balıkların dikkatini çeker ve bu şekilde onları avlar. Görüldüğü gibi
bu canlıda son derece detaylı bir tasarım vardır. Her özelliği yaşadığı yere
uygun olacak şekilde yaratılmış olan bu canlı, Allah'ın yaratma sanatının
tecellilerinden bir tanesidir.
International Wildlife Encyc., Volume 21, s. 2382
Aslan
Balıklarının Dikenleri
Zehirli olan pek çok canlı aynı zamanda son derece
çekici renklere sahiptir. Bu renkler çevreye tehlike mesajı vermek için
kullanılmaktadır. Örneğin resimde de görüldüğü gibi çok güzel bir görüntüye
sahip olan aslan balığı aynı zamanda öldürücüdür de. Aslan balığının bir insanı
öldürebilecek güçte zehirli dikenleri vardır .
Our Amazing World Of Nature, Its Marvels &
Mysteries Reader's Digest, s. 143
Mercan Polipleri
Mercan poliplerinin gözleri ve beyinleri yoktur. Gün
boyunca gizlenirler ve sadece gece avlanmak için dışarıya çıkarlar.
Yiyeceklerini yakalayabilmek için ağızlarını çevreleyen dokunaçlarından zıpkın
benzeri zehirli oklar fırlatırlar. Son derece etkili bir savunma aracı olan
oklardaki zehir poliplerin vücudunda üretilmektedir. Mercan poliplerinin bir
özelliği de küçük yeşil deniz bitkileri ya da alglerle birlikte yaşamalarıdır.
Mercan polibi, algin güvenliğini sağlar, onu düşmanlarından korur ve besler.
Buna karşılık bitki de mercanlar için besin üretir. Bütün yarattıklarından haberdar olan Allah bu
canlıları ihtiyaçları olan özelliklerle birlikte ve birbirlerine uyumlu bir
şekilde yaratmıştır.
Dolphin Log, May 1994, s. 5
Thosea
Tırtılının Yanıltan Görüntüsü
Dikenli Thosea tırtılının vücudunda parlak mavi
işaretler vardır. Bu, yırtıcı hayvanların tırtılı farketmeleri için özel olarak
hazırlanmış bir uyarı işaretidir. Çünkü tırtılın içi boş tüyleri aslında son
derece tehlikelidir. Tüylere yanlışlıkla değen bir canlı son derece güçlü ve
tahriş edici bir zehirle karşılaşacaktır.
Küçük bir tırtılın kendi kendine vücudunda bir zehir
oluşturması, daha sonra bu zehiri renklerini kullanarak düşmanlarına
bildirmesi, bu zehirin kendisine zarar vermemesini sağlayacak sistemi vücudunda
oluşturması elbette ki imkansızdır.
Böyle bir tasarımın tesadüfen oluştuğunu iddia
etmekse son derece anlamsız bir iddiadır. Tırtılı zehirli tüyleriyle ve sahip
olduğu tüm özellikleriyle birlikte yaratan Allah'tır. Tüm alemlerin Rabbi olan
Allah yarattığı canlılardaki tasarımlarla bize yaratma sanatındaki
benzersizliği tanıtmaktadır.
Borneo, The World's Wild Places, Time Life Books, s.
66
DOĞADAKİ KAMUFLAJ USTALARI
Bu bölümde renk değiştiren bitkilerden ve
hayvanlardan bazı örnekler verilecektir. Bir canlının yer değiştirmesi ile
birlikte, bir süre sonra vücudunda fark edilemez hale gelmesini sağlayacak
işlemler yaşanması elbette ki üzerinde düşünülmesi gereken bir olaydır.
Bazı canlılar bulundukları ortamdaki renk
değişikliklerine uyum sağlama özelliğine sahiptir. Söz konusu canlılar
vücutlarında gerçekleşen çeşitli kimyasal olaylar sonucunda fiziksel olarak
birtakım renk değişikliklerine uğrar. Bu sayede düşmanlarından kolaylıkla
gizlendikleri gibi karşılarındaki canlılara da istedikleri mesajları göndermiş
olurlar. Dişileri cezbetmek ya da düşmanları korkutmak bu mesajlardan
başlıcalarıdır.
Bu canlılarda görülen amaca yönelik hareketler ve
isabetli renk değişimleri, var olan bir şuurun açık göstergelerindendir. Peki
bir kar tavuğunun ya da bir bukalemunun, denizin altında yaşayan herhangi bir
canlının renk kavramından haberdar olması ve kendinde böyle bir sistem oluşturması,
böyle bir kararı kendisinin vermesi mümkün müdür? Böyle bir şey elbette ki
mümkün değildir.
Renk değiştirme işleminin
gerçekleşmesini sağlayan sistemin bu canlılarda tesadüfen ortaya çıkmış
olamayacağı çok açık bir gerçektir. Böyle bir sistemin tasarlanması, nesilden
nesile aktarılması için genlerde düzenleme yapılması ve bu bilgilerin
canlıların hücrelerine kodlanması ancak çok üstün bir güç sahibi tarafından
yapılabilir.
Bu üstün güç sahibi Allah'tır. Tüm bu canlıları
yaratan Allah'tır. Renk değiştirerek
kendilerini savunabilecekleri ya da mesaj gönderebilecekleri sistemleri de
onlara veren Allah'tır. Çünkü Allah
herşeye güç yetirendir. İşte renk değiştiren canlılardan birkaç örnek…
Güvelerin Kamuflaj Yetenekleri
Aşağıdaki resme bakıldığında kamuflaj yapan
canlılardaki renk değiştirme sisteminin ne kadar kusursuz bir işleyişinin
olduğu hemen anlaşılmaktadır. Üzerinde bulunduğu ağaç gövdesini, ağaçta bulunan
likenlerin desenlerine kadar aynı olacak şekilde taklit eden bu canlı elbette
ki derisinin yapısını, hücrelerindeki pigmentlerin ne gibi özelliklere sahip
olacağını kendi kendine tasarlamamıştır. Tesadüfen gerçekleşecek kimyasal
işlemlerin ya da herhangi başka bir etkinin de resimdeki güvenin vücudunda
kamuflaj yapacağı sistemleri oluşturması imkansızdır. Bu canlı üstün bir ilmin
sahibi olan Allah tarafından bu özelliklere sahip olarak yaratılmıştır. Allah
her türlü yaratmayı bilendir.
Marco Ferrari, Colors for Survival, s. 85-86
Kaya Balıkları
Bazı balıklar bulundukları ortamda görünmez
olabilirler. Resimdeki kaya balığı düşmanlarından mükemmel bir şekilde
korunmaktadır. Tam anlamıyla bir kaya gibi görünmünde olduğu için düşmanları
ilk bakışta onu farkedememektedir. Ancak kaya balığının tek savunma yöntemi
kamuflaj
yeteneği
değildir. Bundan başka dikenleri de çok güçlü bir zehir taşımaktadır. Bazı kaya
balıklarının dikenleri sırtlarındaki düz bir hat üzerinde yer alır ve ustura
gibi keskindir.
Our Amazing World Of Nature, Its Marvels &
Mysteries Reader's Digest, s. 140
Hayalet Yengeci
Hayalet yengeci doğal kamuflaj yöntemiyle savunma
yapan canlılara güzel bir örnektir. Hareketsiz bir şekilde dururken, kumlu
rengi sayesinde sahilde görünmez hale gelir. Başka bir hayalet yengeç yuvasına
yaklaştığında, onu uzaklaştırmak için uyarı mahiyetinde bir sürtünme sesi
çıkarır. Hayalet yengecinin ilginç özelliklerinden bir tanesi de yuvasını terk
ettiğinde orada yaşamış olduğunu belirtecek işaretleri ortadan kaldırmak için
yuvanın boşluklarını kapatmasıdır.
Our Amazing World Of Nature, Its Marvels &
Mysteries Reader's Digest, s. 137
Fiddler Yengeci
Bilindiği gibi pek çok canlı renk değiştirme
yeteneğine sahiptir. Fiddler yengecinin renk değiştirme mekanizması ise
diğerlerinden çok farklıdır. Fiddler yengeçleri çamur oyuklarında yaşarlar ve
günlük olarak renk değiştirirler. Akıntıların durumu, gece ve gündüz gibi
etkenler yengeçlerin renk değiştirmesinde rol oynar.
Yengeçler, gece olduğunda cansız ve solgun bir renk
alırlar, gündüz olduğunda ise renkleri koyulaşır. Çünkü gündüz vakitlerinde
dışarıda hareket eden yengeçler için koyu renk, çamurda rahatlıkla kamufle
olmalarını sağlayacak bir yardımcı olacaktır. Bu, Allah'ın sanatıdır. Allah
herşeyden haberdar olan, sonsuz güç sahibi olandır.
Michael Scott, The Young Oxford Book of Ecology, s.
126
Ortama Göre Renk Değiştiren Canlılar
Yaz mevsiminin bitimiyle birlikte birçok bitki yavaş
yavaş kurur ve renkleri yeşilden kahverengiye döner. Bu bitkilerle birlikte
yaşayan bazı böcekler de bu duruma uygun olarak renk değiştirirler. Öyle ki bu
böcekler bir zeminden diğerine geçtiklerinde bile renklerini hızlı bir şekilde
değiştirebilir. Üstelik bu hızlı renk değişimi sadece ergin canlılara ait bir
özellik değildir. Kelebek pupaları ve tırtılları da ortama göre renk
değiştirebilecekleri kompleks sistemlerle Allah tarafından donatılmışlardır.
Örneğin baykuş kelebeklerinin tırtılları yaz başında yeşil renklidirler, fakat
yazın sonlarında tüylerini döktükleri için yeni derileri kahverengi olur. Başka
bir örnek olarak çatal kuyruklu kelebekler ve beyaz kelebekler yazın başlarında
ortamın yeşil rengine uygun yeşil renkli pupalar üretirken, yazın sonlarında
ise kahverengi pupalar üretirler.
Jill Bailey, Anticipating The Seasons, Nature
Watch Series, s. 53
Bitki Görünümlü Hayalet
Balıklar
Resmin üst kısmında görülen ve hayalet boru balığı
olarak adlandırılan bu deniz altı canlıları olağanüstü kamuflaj yetenekleri
sayesinde bulundukları yerde hemen hemen hiç fark edilemeyen canlılardır.
Görüldüğü gibi hayalet boru balığının bu türü resmin altındaki bitkiye hem
şekil hem de renk olarak tıpatıp benzemektedir. Bu canlılar düşmanlarından
kurtulmak için krinoidler (zambak şeklindeki deniz hayvanları), yumuşak
mercanlar ve deniz otları gibi farklı birçok türdeki organizmanın arasına
karışarak onlarla adeta bir bütün haline gelebilirler.
Roger Steene, Coral Seas, s.99
İnce
İğne Karidesinin Usta Kamuflajı
Resimde görülen ve dış görünüş olarak birbirlerine
tıpatıp benzeyen bu canlılar gerçekte birbirlerinden çok farklı türlere aittir.
Görüldüğü gibi üstteki canlının alttaki canlının bir parçası olmadığını,
tamamen bağımsız bir canlı olduğunu söylemek son derece zordur. İnce iğne
karidesinin şekli desenleri ve renkleri siyah mercanların ve deniz
kamçılarının dallarının oluşturduğu
ortama çok büyük bir uyum sağlamaktadır. Allah deniz altında yarattığı canlılardaki renk ve desen çeşitliliği ile bize benzersiz renk sanatını
tanıtmaktadır.
Roger Steene, Coral Seas, s.83
Taklitçi Katydidler
Katydidler cırcır böceği ve çekirge benzeri
canlılardır. Allah bu canlıları kendilerini başka canlılara benzeyerek
koruyacakları özelliklerle birlikte yaratmıştır. Cycloptera türündeki
Katydidler kanatları, damarları ve üstlerindeki diğer şekillerle tam anlamıyla
bir yaprak görüntüsündedirler. Bu canlıların bacakları da ağaçların gövdelerine
ve dallarına benzemektedir. 6 bacaklı olan Katydidler'in yarasa ve kuşlardan,
yılan ve çayır farelerine kadar, keskin görüşe sahip pek çok düşmanı vardır.
Buna karşılık -düşmanlarının çokluğu ile doğru orantılı olarak -Katydidler son
derece kapsamlı savunma taktiklerine sahiptirler. Örneğin Katydidler'in
"korkutma gösterileri", saldıran hayvanların uzun bir süre
duraksamasına sebep olur. Bu sırada Katydidler, kaçıp uzaklaşabilecekleri kadar
zaman kazanmış olur.
Yaban arısı Katydidler'i kısa antenleri, neredeyse
saydam, zarımsı ön kanatları ve dar karın bölgeleri ile en ince detayına kadar
yaban arılarını taklit eder. Gerçek yaban arılarından tek farkları iğnelerinin
olmamasıdır. Hatta duruşları bile gerçek yaban arılarından farksızdır. Taklit o
kadar başarılıdır ki avcı hayvanlar bu canlılara yaklaşmaya cesaret dahi
edemezler.
Onları diğer böceklerden ayıran özelliklerinden biri
de vücutlarından 3 kat daha uzun boyu olan antenleridir. Bu antenler,
Katydidler'in karanlıkta yollarını bulmalarını sağlayacak olan özel duyu
reseptörleriyle (alıcılarla) kaplanmıştır.
International Wildlife, May/June 1998, s.24-28
Deniz
altında Binbir Surat Bir Ahtapot
Deniz altı canlılarının tümü birbirinden ilginç
özelliklere sahiptir. Örneğin bilim adamları tarafından yakın zamanlarda
keşfedilmiş olan fakat hala ismi olmayan bir ahtapot türü, mükemmel bir
gizlenme örneği sergilemektedir. Bu ahtapot türü denizin kumlu diplerinde
yaşamakta ve birbirinden çok farklı hayvanların şekillerini rahatlıkla taklit etmektedir. Bu canlı,
resimlerde gösterilenlere ek olarak aynı zamanda bir Hermit yengecini, bir
Nudiranch'ı, bir denizatını ve Mantis karidesini de aynı şekilde taklit
etmektedir. Öyle ki bu canlı taklit ettiği canlıların bütün hareketlerini de
aynen kopya etmektedir.
Taklit yeteneği, gözlem, teşhis ve sonuç çıkarma
gibi akıl gerektiren özellikler sonucunda ortaya çıkan bir yetenektir. Bu
durumda akla ahtapotun taklit yeteneğinin nasıl ortaya çıktığı sorusu
gelecektir. Taklitçi ahtapotun çevresindeki canlıları gözlemleyerek, teşhisler
yaptığını, taklit ettiği türdeki canlılara ait davranış şekillerini aklında
tutarak tıpatıp aynısını yaptığını iddia etmek akılcılıktan son derece uzak bir
davranış olacaktır.
Allah bu canlılara yapmaları gerekenleri öğretendir. Allah'ın ilhamıyla hareket eden bu canlılar
da yeryüzündeki diğer canlılar gibi Allah'a boyun eğmişlerdir.
Roger Steene, Coral Seas, s. 24-25
DENİZ CANLILARININ FEDAKARLIKLARI
Bu bölümde verilecek olan örnekler deniz altı
canlılarının yavrularına karşı gösterdikleri fedakarlıklarla ilgili olacaktır.
Bilindiği gibi fedakarlık bir canlının başka bir
canlı için özverili davranışlarda bulunması demektir. Örneğin bir canlının
yavrusunu korumak için kendini tehlikeye atması ya da onun bakımını yapabilmek
için günlerce aç kalması, hiç hareket etmeden ısınmasını sağlaması fedakar
davranışlardır, özveri gerektirirler. Özveri ise bir şuurun ve aklın var olması
anlamına gelir. Bu da fedakarlık yapan canlının düşünmekte, yavrusunun
ihtiyaçlarını tespit etmekte, bu ihtiyaçlara göre kararlar vermekte ve bu
kararları uygulamakta olduğunun kabul edilmesi demektir.
Bir balığın, bir yengecin ya da başka herhangi bir
canlının yukarıda sayılanları kendi iradesini kullanarak yapması mümkün müdür?
Elbette ki bu mümkün değildir. Bu durumda karşımıza cevaplanması gereken bazı
sorular çıkacaktır:
Bu canlılar nasıl hareket edeceklerini nereden
öğrenmişlerdir? Neden çoğu zaman bir daha hiç görmeyecekleri yavrularını, ölümü
bile göze alacak şekilde savunmaktadırlar? Bu canlılar, kendi isteklerini
gözardı ederek, fedakarlık yaptıkları canlının ihtiyaçlarını ön plana alacak
bir iradeye nasıl sahip olmuşlardır? Bunların ve benzer soruların ortak cevabı
bu canlıların sayılanları yapacak irade ve şuura kendi kendilerine sahip olamayacaklarıdır.
Bu canlılar yaratıcıları olan Allah'ın emriyle
hareket etmektedirler. Allah yapmakta olduklarını onlara ilham etmektedir.
Yavrularını
Karınlarında Taşıyan Yengeçler
Harlequin yengeçleri yumurtalarını karın
bölgelerinin alt kısmında yer alan bir bölümde taşır. Yengeçler bu dönemde
kıskaçlarını açarak düşmanlarına karşı saldırgan bir hava vermeye çalışır. Alt
soldaki resimde yengeç tarafından çok dikkatli bir şekilde karın bölgesinde
korunan sarı yumurtalar görülmektedir. Aynı şekilde Trapez yengeçlerinin
dişileri de yumurtalarını karınlarında bulunan koruyucu bir kapağın altında
taşır. Sert mercanlarda yaşayan bu canlılara yavrularını koruyabilecekleri
vücut yapısını ve yavrularını koruma içgüdüsünü veren Allah'tır.
Roger Steene, Coral Seas, s.19-21
Yavrularını
Ağızlarında Taşıyan Balıklar
Banggai Kardinal balığı hem yumurtalarını, hem de
zamanı geldiğinde yumurtadan çıkan yavrularını ağzında taşımaktadır. Yumurtalar
ve yavrular ağzından çıkana kadar bekleyen Banggai balığı önemli bir fedakarlık
gösterisinde bulunmaktadır. Büyüyen yavrular birkaç hafta içinde bu korunaklı
yuvayı bırakarak terk eder. Yavruların bundan sonraki sürekli barınma yerleri
deniz kestanelerinin bulunduğu yerler olacaktır.
Roger Steene, Coral Seas, s.23
SONUÇ
Bu kitapta yaklaşık olarak 111 kadar canlının
çeşitli özelliklerinden örnekler verildi. Bu örneklerle birlikte canlılardaki
tasarımın evrimcilerin iddialarının aksine tesadüfen ortaya çıkamayacak kadar
kusursuz ve benzersiz olduğu bir kere daha gözler önüne serildi. Bu noktada
evrim teorisi savunucularının iddialarının hatırlanmasında fayda vardır.
Evrim teorisi tüm canlıların bilinçsiz tesadüflerle
işleyen bir süreç sonucunda, birbirlerinden türediklerini iddia eder. Ama
kurucusu Darwin'in yaşadığı dönemin ilkel bilim düzeyi ile ortaya atılmış olan
evrim teorisi, canlıların ilk olarak nasıl ortaya çıktığına ve yeryüzünde
hayatın nasıl başladığına dair bilimsel bir açıklama getiremez. Değil bütün
canlıların nasıl ortaya çıktığı, bu canlıları oluşturan tek bir proteinin nasıl
ortaya çıktığı ile ilgili sorulara dahi cevap veremez. "Canlı
hücrelerindeki tasarım kime aittir? Canlılardaki indirgenemez komplekslik
olarak adlandırılan ve biri olmadığında diğeri işe yaramayan sistemler nasıl
ortaya çıkmıştır? Her canlı türüne özgü genetik bilgiler hücrelere nasıl
yerleştirilmiştir?" gibi sorulara
evrimcilerin verdikleri tutarlı ve bilimsel bir cevap yoktur. Cevap olarak öne
sürülenler ise, sadece hayali evrim mekanizmalarıyla oluşturulan senaryolar ve
sahte delillerdir.
Evrim teorisinin moleküler düzeydeki ünlü
savunucularından Prof. Jeffrey Bada evrimcilerin içinde bulundukları bu durumu
şöyle itiraf etmektedir.
Bugün, 20. Yüzyılı geride bırakırken, hala, 20.
Yüzyıla girdiğimizde sahip olduğumuz en büyük çözülememiş problemle karşı
karşıyayız: Hayat yeryüzünde nasıl başladı? (Jeffrey Bada, Origins, Earth,
February 1998, s.40)
Evrimciler sadece moleküler düzeydeki iddialarını
değil ortaya attıkları diğer iddialarını doğrulamakta da ciddi problemlerle
karşı karşıyadırlar. Örneğin evrimciler insanın kökeni hakkında da bilimsel
dayanağı olmayan bir senaryo ortaya atmışlardır. Neticede hiçbir somut bulgu
ile desteklenmeyen bu iddialarının sadece varsayımlardan ibaret olduğu bilim
adamları tarafından çeşitli şekillerde ifade edilmiştir. Harvard Üniversitesi
paleoantropologlarından David Pilbeam insanın evrimi hikayesi ile ilgili olarak
şöyle demektedir:
Farklı bir bilim dalından zeki bir bilim adamı
getirseniz ve ona elimizdeki yetersiz delilleri gösterseniz, kesinlikle "bu
konuyu unutun; devam etmek için yeterli delil yok" diyecektir. (Richard E.
Leakey, The Making of Mankind, Michael Joseph Ltd. London, 1981, s.43)
Görüldüğü gibi günümüz evrimcilerinden de evrim
teorisinin içinde bulunduğu durumun farkına varmaya başlayan ve bunu itiraf
eden bilim adamları bulunmaktadır.
Bilimsel deliller ışığında ve mantık çerçevesinde,
sağduyu kullanılarak düşünüldüğünde varılan tek bir sonuç vardır. Evrim
teorisinin tüm iddiaları gerçek dışıdır. Bu kitapta da çeşitli örnekleri verilmiş
olan canlılardaki muhteşem yapılar hiçbir şekilde tesadüflerle açıklanamayacak
bir tasarıma sahiptir. Bu tasarım da tüm canlıların üstün bir aklın sahibi olan
Allah'ın yaratması sonucunda var olduklarını kanıtlayan bir delildir. Allah
herşeyi en güzel şekilde yaratan, hiçbir şeye ihtiyacı olmayandır.
O
Allah ki, yaratandır, (en güzel bir biçimde) kusursuzca var edendir, 'şekil ve
suret' verendir. En güzel isimler O'nundur. Göklerde ve yerde olanların tümü
O'nu tesbih etmektedir. O, Aziz, Hakim'dir. (Haşr Suresi, 24)
Evrim
Aldatmacası
Bugün yerli-yabancı pek çok basın ve yayın organında
doğrudan ya da üstü örtülü bir evrim propagandası yürütülmektedir. Bu bazen
flaş bir haber şeklinde olabildiği gibi, kimi zaman da tamamen ilgisiz bir konu
içinde geçen birkaç cümle şeklinde de olabilir. Önemli olan konuyu sürekli
gündemde tutmak ve evrim teorisini topluma, doğruluğu defalarca kanıtlanmış,
tartışma götürmez bir gerçekmiş gibi empoze edebilmektir.
Aslında bu kampanyanın gerçek hedefini anlamak hiç
de zor değildir. Evrim teorisinin arkasında bilimsel olmaktan ziyade ideolojik
kaygıların bulunduğu, teori Darwin tarafından daha ilk ortaya atıldığında
kendini göstermiştir. Darwin'in evrimci tezleri, materyalizme çok önemli bir
destek sağlamıştır. Diyalektik materyalizmin kurucusu olan Karl Marx, ünlü
kitabı Das Kapital'i Darwin'e ithaf etmiş ve ona yolladığı nüshaya da şöyle bir
not düşmüştü:"Charles Darwin'e, ateşli bir hayranından."
Daha sonraları da, evrim teorisinin hiçbir tutar
yanının kalmadığı bilimsel verilerle defalarca ortaya konmasına rağmen, birçok
siyasi ve ideolojik akım, evrim fikrini baş tacı etmiştir. Faşizm, vahşi
kapitalizm, komünizm gibi materyalist ve din aleyhtarı temellere dayalı
ideolojilerin teorisyenleri ve destekçileri, her ne pahasına olursa olsun evrim
teorisini ayakta tutma yarışına girmişler, felsefi söylemlerini mutlaka evrimci
temellere oturtmuşlardır.
Bu nedenle bu kitapçıkta, dine yönelik bir ideolojik
kampanya niteliğindeki evrim propagandasına ve evrim teorisine değinme gereği
duyduk. İlerleyen sayfalarda evrim teorisinin neden hiçbir bilimsel geçerliliği
olmayan ideolojik bir dogma olduğunu çok özet bir biçimde ele alacağız.
Evrim Teorisi'nin
Gelişimi
Bugünkü savunulduğu şekliyle evrim düşüncesini ilk
ortaya atan kişi, amatör bir İngiliz doğa araştırmacısı olan Charles
Darwin'dir. Darwin evrimci tezlerini 1859'da yayınladığı, kısa adıyla Türlerin
Kökeni (The Origin of Species) isimli kitabında ortaya attı. Darwin bu
kitabında, canlıların evrimini "doğal seleksiyon" adını verdiği tezle
açıklamıştı.
Ona göre, yaşayan tüm canlılar ortak bir kökene
sahipti ve doğal seleksiyon yoluyla birbirlerinden türemişlerdi. Ortama en iyi
şekilde uyum sağlayanlar özelliklerini gelecek nesillere aktarıyor, böylece bu
yararlı değişimler zamanla birikerek bireyi atalarından tamamen farklı bir
canlıya dönüştürüyordu. İnsan ise, doğal seleksiyon mekanizmasının en gelişmiş
ürünüydü. Darwin, "türlerin kökeni"ni bulduğunu düşünüyordu: Bir
türün kökeni başka bir türdü.
Darwin Dönemindeki Bilimsel ve Teknolojik Düzey...
Darwin'in ileri sürdüğü fanteziler ilk bakışta pek
çok kimseye makul ve çekici geldi. Kitabı, özellikle belli siyasi ve ideolojik
görüşlere sahip çevrelerde büyük rağbet gördü. Teori oldukça popüler olmuştu.
Çünkü o devirdeki mevcut bilgi düzeyi Darwin'in hayali senaryolarının gerçek
dışı olduğunu göstermeye henüz yeterli değildi. Öyle ki, Darwin'in
varsayımlarını öne sürdüğü dönemde genetik, mikrobiyoloji, biyomatematik gibi
bilim dallarının daha hiçbiri ortada yoktu. O dönemde genetik kanunları ve
kromozomların yapısı biliniyor olsaydı, Darwin, Lamarck'tan devraldığı
"edinilen fiziksel özelliklerin sonraki nesillere aktarılması"
iddiasına asla kalkışmayacaktı.
Yine o dönemde bilim dünyası, hücrenin yapısı ve
fonksiyonları hakkında son derece yüzeysel bir anlayışa sahipti. Eğer Darwin
elektron mikroskobu gibi bir teknolojiye sahip olsaydı, hücredeki ve hücrenin
organellerindeki akıl almaz karmaşıklığa bizzat şahit olacaktı. İçiçe geçmiş
böyle muhteşem bir sistemin küçük küçük değişimlerle meydana gelemeyeceğini
kendi gözleriyle görecekti. Eğer biyomatematik gibi bir bilim dalından haberi
olsaydı, değil hücrenin, tek bir protein molekülünün bile rastlantı ve
tesadüflerle oluşamayacağını anlayacaktı.
Kısaca, sözünü ettiğimiz bu bilimler Darwin'in
tezlerinden daha önce keşfedilmiş olsaydı, Darwin, teorisinin tamamen bilim
dışı olduğunu görecek ve böyle anlamsız bir iddiaya kalkışmayacaktı. Zira
türleri belirleyen bilgiler genlerde mevcuttu ve Darwinizm'in temeli olan doğal
seleksiyonun genlerde değişiklikler meydana getirerek yeni türler türetmesi
mümkün değildi.
Darwin'in kitabının yol açtığı yankılar sürerken
Avusturyalı botanikçi Mendel 1865 yılında kalıtım kanunlarını keşfetti.
Mendel'in yüzyılın sonuna kadar pek duyulmayan keşifleri 1900'lü yılların
başında genetik biliminin ortaya çıkmasıyla önem kazandı. Yine aynı yıllarda
genler ve kromozomların yapısı keşfedildi. 1950'li yıllarda genetik bilgiyi
saklayan DNA molekülünün keşfi ise teoriyi büyük bir krize soktu.
Bu tür bilimsel gelişmelerin yanı sıra, yıllarca
süren kazılarda, ilkel türlerin kademe kademe gelişmişe doğru evrimleştiğini
göstermesi gereken ara-geçiş formları da bir türlü bulunamadı. Yalnızca bu
açmaz bile evrim denilen olayın hiçbir zaman gerçekleşmiş olamayacağını ortaya
koydu.
Aslında bütün bu gelişmelerin, bilim dışı olduğu
ortaya çıkan Darwin'in teorisini tarihin tozlu raflarına kaldırması gerekirdi.
Ancak belli çevreler ısrarla teoriyi revizyona sokmaya, yenilemeye ve her ne
şekilde olursa olsun bilimsel platforma oturtmaya çalıştılar. Bütün bu çabalar,
teorinin ardında bilimsel kaygılardan ziyade ideolojik birtakım hedeflerin
olduğunu göstermesi açısından oldukça anlamlıydı.
Ara-Formlardan Eser Yok!
Evrim teorisi, bir türün bir başka türe dönüşmesinin
milyonlarca yıllık uzun bir zaman dilimi içerisinde yavaş ve aşamalı
gerçekleştiğini söyler. Buna göre, ilkel canlıdan karmaşık olana geçiş uzun bir
zamanı kapsar ve kademe kademe ilerler. Bu iddianın doğal mantıksal sonucu ise,
bu geçiş dönemi sırasında "ara geçiş formu" adı verilen ucube
canlıların yaşamış olmasını gerektirir.
Örneğin, balık özelliklerini hala taşımasına rağmen,
bir yandan da bazı sürüngen özellikleri kazanmış olan yarı balık-yarı
sürüngenler yaşamış olmalıdır geçmişte. Ya da sürüngen özelliklerini taşırken,
bir yandan da bazı kuş özellikleri kazanmış sürüngen-kuşlar ortaya çıkmış
olmalıdır. Evrimciler, tüm canlıların kademeli olarak birbirlerinden
türediklerini iddia ettikleri için de, bu ara geçiş formlarının türlerinin ve
sayılarının milyonlarca olması gerekir.
Eğer gerçekten bu tür canlılar yaşamışlarsa,
bunların kalıntılarına da fosil kayıtlarında rastlanması gerekir. Çünkü bu ara
geçiş formlarının sayısının bugün bildiğimiz hayvan türlerinden bile fazla
olması ve dünyanın dört bir yanının fosilleşmiş ara geçiş formu kalıntılarıyla
dolu olması lazımdır. Dahası, evrimciler 19. yüzyılın ortasından bu yana
dünyanın dört bir yanında hummalı fosil araştırmaları yaparak bu ara geçiş
formlarını aramaktadırlar. Oysa, 150 yıla yakın bir süredir, büyük bir hırsla
aranan bu ara geçiş formlarından eser yoktur.
Aslında Darwin de bu ara geçiş formlarının
yokluğunun farkındaydı. Fakat yine de aranan ara geçiş formları gelecekte
bulunacaktı. Ancak bu ümitli bekleyişine rağmen, teorisinin en büyük açmazının
bu konu olduğunu görüyordu. Bu yüzden, şöyle yazmıştı:
Eğer gerçekten türler öbür türlerden yavaş
gelişmelerle türemişse, neden sayısız ara geçiş formuna rastlamıyoruz? Neden
bütün doğa bir karmaşa halinde değil de, tam olarak tanımlanmış ve yerli yerinde?
Sayısız ara geçiş formu olmalı, fakat niçin yeryüzünün sayılamayacak kadar çok
katmanında gömülü olarak bulamıyoruz... Niçin her jeolojik yapı ve her tabaka
böyle bağlantılarla dolu değil? Jeoloji iyi derecelendirilmiş bir süreç ortaya
çıkarmamaktadır ve belki de bu benim teorime karşı ileri sürülecek en büyük
itiraz olacaktır. (Charles Darwin, The Origin of Species, London: Senate Press,
1995, s. 134.)
Darwin'den bu yana yoğun bir şekilde hep bu fosiller
arandı, fakat evrimciler için sonuç acı verici bir hayal kırıklığıydı. Bu
dünyada hiçbir yerde -ne bir kıtada, ne de bir okyanusun derinliklerinde-
türler arasında herhangi bir ara geçiş formuna rastlanamadı. Yapılan kazılarda
ve araştırmalarda elde edilen bütün bulgular, evrimcilerin beklediklerinin aksine,
canlıların yeryüzünde birdenbire, eksiksiz ve kusursuz bir biçimde ortaya
çıktıklarını gösterdi. Evrimciler, gerçek dışı teorilerini kanıtlamaya
çalışırlarken, kendi elleriyle Yaratılış gerçeğinin delillerini ortaya
çıkarmışlardı.
Ünlü İngiliz paleontolog (fosil bilimci) Derek W.
Ager, bir evrimci olmasına karşın bu gerçeği şöyle itiraf eder:
Sorunumuz şudur: Fosil kayıtlarını detaylı olarak
incelediğimizde, türler ya da sınıflar seviyesinde olsun, sürekli olarak aynı
gerçekle karşılarız; kademeli evrimle gelişen değil, aniden yeryüzünde ortaya
çıkan gruplar görürüz. (Derek A. Ager, "The Nature of the Fossil
Record", Proceedings of the British Geological Association, vol. 87, no.
2, 1976, s. 133)
Fosil kayıtlarındaki bu boşuklar, yeterince fosil
bulunamadığı ve bir gün aranan fosillerin ele geçeceği gibi bir avuntuyla da
açıklanamaz. Bir başka evrimci paleontolog T. N. George, bunun nedenini şöyle
açıklamaktadır:
Fosil kayıtlarının (evrimsel) zayıflığını ortadan
kaldıracak bir açıklama yapmak artık mümkün değildir. Çünkü elimizdeki fosil
kayıtları son derece zengindir ve yeni keşiflerle yeni türlerin bulunması
imkansız gözükmektedir... Her türlü keşfe rağmen fosil kayıtları hala (türler
arası) boşluklardan oluşmaya devam etmektedir. (T. N. George, "Fossils in
Evolutionary Perspective", Science Progress, vol. 48, Ocak 1960, s. 1, 3)
Yeryüzünde Hayat
Aniden Ortaya Çıkmıştır
Yeryüzü tabakaları ve fosil kayıtları
incelendiğinde, yeryüzündeki canlı hayatının birdenbire ortaya çıktığı görülür.
Canlı yaratıkların fosillerine rastlanılan en derin yeryüzü tabakası, 500
milyon yıl yaşında olduğu söylenen "Kambriyen" tabakadır.
Kambriyen devrine ait tabakalarda bulunan canlılar
ise, hiçbir ataları olmaksızın birdenbire fosil kayıtlarında belirirler.
Kambriyen kayalıklarında bulunan fosiller, deniztarakları, salyangozlar,
trilobitler, süngerler, brachiopodlar, solucanlar, denizanaları, deniz
kirpileri, deniz hıyarları, yüzücü kabuklular, deniz zambakları ve diğer
kompleks omurgasızlara aittir. Kompleks yaratıklardan meydana gelen bu geniş
canlı mozaiği şaşırtıcı bir biçimde aniden ortaya çıkmıştır, ki bu yüzden
jeolojik literatürde bu mucizevi olay, "Kambriyen Patlaması" olarak
anılır.
Bu tabakadaki canlıların çoğunda da, göz gibi son
derece gelişmiş organlar ya da solungaç sistemi, kan dolaşımı gibi yüksek
organizasyona sahip organizmalarda görülen sistemler bulunur. Fosil
kayıtlarında bu canlıların atalarının olduğuna dair herhangi bir işarete
rastlanılmaz. Earth Sciences Dergisi'nin editörü Richard Monestarsky, canlı
yaratıkların birdenbire ortaya çıkışlarını şöyle anlatır:
Bugün görmekte olduğumuz oldukça kompleks hayvan
formları aniden ortaya çıkmışlardır. Bu an, Kambriyen Devrin tam başına rastlar
ki denizlerin ve yeryüzünün ilk kompleks yaratıklarla dolması bu evrimsel
patlamayla başlamıştır. Günümüzde dünyanın her yanına yayılmış olan hayvan
filumları (takımları) erken Kambriyen Devir'de zaten vardırlar ve yine bugün
olduğu gibi birbirlerinden çok farklıdırlar. (Richard Monestarsky, "Mysteries
of the Orient", Discover, April 1993, s. 40.)
Görüldüğü gibi fosil kayıtları, canlıların evrimin
iddia ettiği gibi ilkelden gelişmişe doğru bir süreç izlemediğini, bir anda ve
en mükemmel halde ortaya çıktıklarını göstermektedir. Kısaca, canlılar evrimle
oluşmamış, yaratılmışlardır.
Canlılık Tesadüf Eseri Olamayacak
Bir Mükemmelliğe Sahiptir
Aslında evrim teorisi fosil kayıtlarına gelmeden çok
daha önce çökmüş durumdadır. Çünkü fosiller, çok hücreli kompleks canlıların
geride bıraktıkları izlerdir. Evrim ise bu çok hücreli kompleks canlıların
kökenini açıklamak şöyle dursun, ilk hücrenin hatta ilk proteinin nasıl var
olduğu sorusu karşısında çaresizdir.
Evrim teorisi canlılığın, ilkel dünya koşullarında
rastlantılar sonucu meydana gelen bir hücreyle başladığını ileri sürer. Ancak
21. yüzyıla girerken bile pek çok yönden esrarını koruyan canlı hücresinin
varlığını doğa şartlarına ve tesadüflere bağlamanın nasıl bir saçmalık olduğunu
anlamak için hücrenin yapısı hakkında biraz bilgi sahibi olmak bile yeterlidir.
İçerdiği organeller ve sistemlerle son derece
kompleks bir yapı gösteren hücrenin değil ilkel dünya şartlarında oluşması,
günümüzün en ileri teknolojiye sahip laboratuvarlarında bile yapay olarak
sentezlenmesi mümkün olmamıştır. Hücrenin yapıtaşı olan amino asitlerden ve
bunların oluşturduğu proteinlerden yola çıkarak değil hücre, onun mitokondri,
ribozom, vs. gibi tek bir organeli bile oluşturulamaz. Dolayısıyla evrimin
tesadüfen oluştuğunu iddia ettiği ilk hücre yalnızca bir hayal gücü ve fantezi
ürünü olarak kalmıştır.
Proteinler Tesadüfe Meydan Okuyor
Hücreyi şimdilik bir kenara bırakalım. Çünkü hücreyi
oluşturan binlerce çeşit karmaşık protein moleküllerinden bir tanesinin bile
doğal şartlarda oluşması ihtimal dışıdır.
Proteinler, belli sayıda ve çeşitteki aminoasitlerin
özel bir sırayla dizilmelerinden oluşan dev moleküllerdir. Bu moleküller canlı
hücrelerinin yapıtaşlarını oluştururlar. En basitleri yaklaşık 50 amino asitten
oluşan proteinlerin binlerce amino asitten oluşan çeşitleri de vardır. Canlı
hücrelerinde bulunan ve herbirinin özel bir görevi olan proteinlerin
yapılarındaki tek bir aminoasitin bile eksilmesi veya yerinin değişmesi ya da
zincire fazladan bir aminoasit eklenmesi o proteini işe yaramaz bir molekül
yığını haline getirir. Daha amino asitlerin "tesadüfen oluştukları"
iddiasına bile geçerli bir kanıt ya da açıklama getirmekten aciz olan moleküler
evrim teorisi, proteinlerin oluşumu noktasında tamamen açmaza girmektedir.
Proteinlerin fonksiyonel yapısının hiçbir şekilde
tesadüfen meydana gelemeyeceği, herkesin anlayabileceği basit olasılık
hesaplarıyla bile rahatlıkla görülebilir.
Örneğin, bileşiminde 288 amino asit bulunan ve 12
farklı amino asit türünden oluşan ortalama büyüklükteki bir protein molekülünün
içerdiği amino asitler 10300 (10'un yanına 300 sıfır) farklı biçimde
dizilebilir. Ancak bu dizilimlerden yalnızca "1" tanesi bu söz konusu
proteini oluşturur. Geriye kalan tüm dizilimler hiçbir işe yaramayan, hatta
kimi zaman canlılar için zararlı bile olabilecek anlamsız amino asit
zincirleridir.
Diğer bir deyimle yukarıda örnek verdiğimiz protein
molekülünden yalnızca bir tekinin tesadüfen meydana gelme ihtimali
"10300'de 1" ihtimaldir. Bu, 1'in yanına 300 adet sıfırın gelmesiyle
oluşan "astronomik" sayıda "1" ihtimal ise pratikte
gerçekleşmesi imkansız bir ihtimaldir. Dahası, 288 amino asitlik bir protein,
canlıların yapısında bulunan diğer 1000'lerce amino asitlik dev proteinlerle
kıyaslandığında oldukça mütevazi bir yapı sayılabilir. Aynı ihtimal hesaplarını
bu dev moleküllere uyguladığımızda ise bu "imkansız" kelimesinin bile
yetersiz kaldığını görürürüz.
Canlılığın gelişiminde bir basamak daha
ilerlediğimizde, yalnız başına tek bir proteinin de hiçbir şey ifade etmediğini
görürüz. Şimdiye kadar bilinen en küçük bakterilerden biri olan
"Mycoplasma Hominis H 39"un bile 600 çeşit proteine sahip olduğu
görülmüştür. Bu durumda, tek bir protein için yaptığımız üstteki ihtimal
hesaplarını 600 çeşit protein üzerinden yapmamız gerekecektir. Sonuçta
karşılaşacağımız rakamlar ise imkansız kavramının çok ötesindedir.
İmkansızı
Kabul Etmek
Bir tanesinin bile tesadüfen oluşması imkansız olan
bu proteinlerden ortalama bir milyon tanesinin tesadüfen uygun bir şekilde
biraraya gelip eksiksiz bir insan hücresini meydana getirmesi ise, milyarlarca
kez daha imkansızdır. Kaldı ki bir hücre hiçbir zaman için bir protein
yığınından ibaret değildir. Hücrenin içinde, proteinlerin yanısıra nükleik
asitler, karbonhidratlar, lipitler, vitaminler, elektrolitler gibi başka birçok
kimyasal madde gerek yapı gerekse işlev bakımından belli bir oran, uyum ve
tasarım çerçevesinde yer alırlar. Her biri de birçok farklı organelin içinde
yapı taşı veya yardımcı molekül olarak görev yaparlar.
Görüldüğü gibi evrim, yegane "açıklaması"
olan tesadüf teorisiyle, değil hücre, hücredeki milyonlarca proteinden tek
birinin oluşumunu bile izah etmekten acizdir.
Amerikalı Kimya Profesörü Perry Reeves ise bu konuda
şöyle der:
Bir insan, amino asitlerin rastlantısal olarak
birleşiminden ne kadar fazla muhtemel yapı oluşabileceğini düşündüğünde,
hayatın gerçekten de bu şekilde ortaya çıktığını düşünmenin akla aykırı
geldiğini görür. Böyle bir işin gerçekleşmesinde bir Büyük İnşa Edici'nin var
olduğunu kabul etmek, akla çok daha uygundur. (J. D. Thomas, Evolution and
Faith, Abilene, TX, ACU Press, 1988. s. 81-82)
Türkiye'de, evrimci düşüncenin önde gelen
savunucularından Prof. Dr. Ali Demirsoy da, Kalıtım ve Evrim isimli kitabında,
canlılık için en gerekli enzimlerden birisi olan Sitokrom-C'nin tesadüfen
oluşma olasılığını şöyle ifade etmektedir:
... Sitokrom-C'nin belirli amino asit dizilimini
sağlamak, bir maymunun daktiloda hiç yanlış yapmadan insanlık tarihini yazma
olasılığı kadar azdır -maymunun rastgele tuşlara bastığını kabul ederek-. (Ali
Demirsoy, Kalıtım ve Evrim, Ankara: Meteksan Yayınları 1984, s. 61)
Peki bu saçma olasılığı kabul etmek akla aykırı
değil midir? Evet öyledir, ama evrimci bilim adamları yine de bu imkansızı
kabul ederler. Ali Demirsoy, bu kabulün nedenini şöyle açıklar:
Özünde bir Sitokrom-C'nin dizilişini oluşturmak için
olasılık sıfır denecek kadar azdır. Yani canlılık eğer belli bir dizilimi
gerektiriyorsa, bu tüm evrende bir defa oluşacak kadar az bir olasılığa
sahiptir denilebilir. Ya da oluşumunda bizim tanımlayamayacağımız doğaüstü
güçler görev yapmıştır. Bu sonuncusunu kabul etmek bilimsel amaca uygun
değildir. O zaman birinci varsayımı irdelemek gerekir. (Ali Demirsoy, Kalıtım
ve Evrim, Ankara: Meteksan Yayınları, 1984, s. 61)
Üstteki satırları şöyle de okuyabiliriz: "Bir
proteinin tesadüfen oluşma ihtimali sıfırdır. Ama tesadüfen oluşmadığını
söylersek, yaratılmış olduğunu kabul etmemiz, yani Allah'ın varlığını
onaylamamız gerekir. Bu amacımıza uygun değildir."
Görüldüğü gibi evrim teorisi ilk aşamasında bile çökmüş
durumdadır, ama bu teorinin yaratılışın tek alternatifi olduğunu bilen,
yaratılışı kabul etmemeyi ise kendilerine amaç edinmiş olan bazı bilim
adamları, teoriye dogmatik bir biçimde sarılmaktadırlar...
Hücrenin
Kompleksliği
Buraya kadar incelediklerimizin gösterdiği gibi,
amino asitlerin dizilimi ve proteinlerin oluşumu sorunu, evrim senaryosunu
geçersiz kılmak için yeterlidir. Ancak, sorun yalnızca amino asit ve
proteinlerle sınırlı kalmaz: Bunlar sadece bir başlangıçtır. Bunların da
ötesinde asıl olarak, hücre denen mükemmel varlık evrimciler açısından dev bir
çıkmaz oluşturur. Çünkü hücre yalnızca amino asit yapılı proteinlerden oluşmuş
bir yığın değildir. Yüzlerce gelişmiş sistemi bulunan, insanoğlunun halen tüm
sırlarını çözemediği karmaşıklıkta bir canlı bütündür. Oysa az önce dediğimiz
gibi, evrimciler, değil bu sistemlerin, hücrenin yapıtaşlarının bile nasıl
meydana geldiklerini açıklayamamaktadırlar.
Ünlü İngiliz matematikçi ve astronom Sir Fred Hoyle,
12 Kasım 1981 tarihinde Nature dergisinde yayınlanan açıklamasında bu gerçeği
şöyle itiraf eder:
Yaşamın en küçük biriminin evrim yoluyla meydana
gelme ihtimali, bir hurda yığınını silip süpüren kasırganın, toparladığı
parçalarla bir Boeing 747 uçağı meydana getirmesi ihtimali kadardır.
Yaşamın
Kitabı DNA
Hücrenin bütününü değil, sadece çekirdeğindeki bir
parçası olan DNA'yı ele aldığımızda bile, evrimin neden bir safsata olduğunu
anlamak kolaydır.
DNA Darwin zamanında bilinmiyordu. Canlılığın
kökenini rastlantılarla açıklama gayretindeki evrim teorisi hücrenin yapısının
en temelindeki bu moleküllerin varlığına bile tutarlı bir izah getirememişken
genetik bilimindeki ilerlemeler ve nükleik asitlerin, yani DNA ve RNA keşfi,
teori için yepyeni çıkmazlar oluşturdu.
1955 yılında James Watson ve Francis Crick
adlarındaki iki bilim adamının DNA hakkında açıkladıkları çalışmalar,
biyolojide yepyeni bir çığır açtı. Birçok bilim adamı, genetik konusuna
yöneldi. Yıllar süren araştırmalar sonucunda bugün, DNA'nın yapısı büyük ölçüde
aydınlandı.
Burada DNA'nın yapısı ve işlevi hakkında çok temel
birkaç bilgi vermek yerinde olur:
Vücuttaki 100 trilyon hücrenin herbirinin
çekirdeğinde bulunan DNA adlı molekül, insan vücudunun eksiksiz bir yapı
planını içerir. Bir insana ait bütün özelliklerin bilgisi, dış görünümden iç
organlarının yapılarına kadar DNA'nın içinde özel bir şifre sistemiyle
kayıtlıdır. DNA'daki bilgi, bu molekülü oluşturan dört özel molekülün diziliş
sırası ile kodlanmıştır. Nükleotid (veya baz) adı verilen bu moleküller,
isimlerinin baş harfleri olan A, T, G, C ile ifade edilirler. İnsanlar
arasındaki tüm yapısal farklar, bu harflerin diziliş sıralamaları arasındaki
farktan doğar. Bir DNA molekülünde yaklaşık olarak 3.5 milyar nükleotid, yani
3.5 milyar harf bulunur.
Bir organa ya da bir proteine ait olan DNA
üzerindeki bilgiler, gen adı verilen özel bölümlerde yer alır. Örneğin göze ait
bilgiler bir dizi özel gende, kalbe ait bilgiler bir dizi başka gende bulunur.
Hücredeki protein üretimi de bu genlerdeki bilgiler kullanılarak yapılır.
Proteinlerin yapısını oluşturan amino asitler, DNA'da yer alan üç nükleotidin
arka arkaya sıralanmasıyla ifade edilmiştir.
Burada dikkat edilmesi gereken bir nokta vardır. Bir
geni oluşturan nükleotidlerde meydana gelecek bir sıralama hatası, o geni
tamamen işe yaramaz hale getirecektir. İnsan vücudunda 200 bin gen bulunduğu
düşünülürse, bu genleri oluşturan milyonlarca nükleotidin doğru sıralamada
tesadüfen oluşabilmelerinin imkansızlığı daha iyi anlaşılır. Evrimci bir
biyolog olan Salisbury bu imkansızlıkla ilgili olarak şunları söyler:
Orta büyüklükteki bir protein molekülü, yaklaşık 300
amino asit içerir. Bunu kontrol eden DNA zincirinde ise, yaklaşık 1000
nükleotid bulunacaktır. Bir DNA zincirinde dört çeşit nükleotid bulunduğu hatırlanırsa,
1000 nükleotidlik bir dizi, 41000 farklı şekilde olabilecektir. Küçük bir
logaritma hesabıyla bulunan bu rakam ise, aklın kavrama sınırının çok
ötesindedir. (Frank B. Salisbury, Doubts about the Modern Synthetic Theory of
Evolution, s. 336)
41000'de bir, "küçük bir logaritma hesabı"
sonucunda, 10620'de bir anlamına gelir. Bu sayı 1'in yanına 620 sıfır
eklenmesiyle elde edilir. 1'in yanında 12 tane sıfır 1 trilyonu ifade ederken,
620 tane sıfırlı bir rakam gerçekten de kavranması mümkün olmayan bir sayıdır.
Prof. Dr. Ali Demirsoy da bu konuda şu itirafı
yapmak zorunda kalır:
Esasında bir proteinin ve çekirdek asidinin
(DNA-RNA) oluşma şansı tahminlerin çok ötesinde bir olasılıktır. Hatta belirli
bir protein zincirinin ortaya çıkma şansı astronomik denecek kadar azdır. (Ali
Demirsoy, Kalıtım ve Evrim, Ankara: Meteksan Yayınları 1984, s. 39)
Evrim
Temelinden Çökmüş Bir Teoridir
Buraya kadar açıkça görüldüğü gibi, evrim teorisi
daha temelinden çökmüş bir teoridir. Çünkü evrimciler henüz canlılık için gerekli
olan tek bir proteinin bile kökenini ya da canlı bir hücrenin ilkel atmosfer
şartlarında nasıl bozulmadan korunduğunu açıklayamamaktadırlar. Olasılık
hesapları, fizik ve kimya formülleri herhangi bir protein molekülünün tesadüfen
oluşmasına hiçbir ihtimal tanımamaktadır.
Ancak şurası oldukça ilginçtir ki, daha bir canlı
hücresi için gereken milyonlarca proteinden birinin oluşumunu dahi izah
edemezken, evrimciler ısrarla, sudan karaya geçiş, karadan havaya geçiş,
maymundan insana geçiş gibi pek çok uydurma senaryolar üretebilmişlerdir. Asıl
cevap bulmaları gereken, "canlılığın ortaya çıkışı" sorusunu örtbas
ederek, bu tür temelsiz uydurmalarla dev bir enkaz oluşturmuşlardır. Bu enkazın
üzerine temeli olmayan bir bina yükseltmek istemişler, fakat onca
çabalamalarına rağmen bu binanın enkazı altında kalmaktan kurtulamamışlardır.
Daha ortada tesadüfen meydana gelebilecek tek bir
protein bile yokken, bu proteinlerin milyonlarcasının tesadüflerle belli bir
plan ve düzen içinde birleşerek canlı hücresini oluşturmaları, bu hücrelerin
yine tesadüflerle trilyonlarcasının oluşup biraraya gelerek hareket eden
canlıları, bu canlıların balıkları, balıkların sudan karaya çıkarak
sürüngenleri, sürüngenlerin de kanatlanarak kuşları oluşturması ve bu şekilde
yeryüzündeki milyonlarca farklı türün meydana gelmesi sizce makul ve mantıklı
bir iddia mıdır?
Sizce olmasa bile, evrimciler böyle bir masala
gerçekten inanmaktadırlar.
Bu durum ancak inanç olarak kabul edilebilir. Çünkü
ortada bu hikayelerini doğrulayacak tek bir kanıtları dahi yoktur.
Bugünün en ileri teknolojiye sahip
laboratuvarlarında, en seçkin bilim adamlarıyla, en pahalı cihazlar sayesinde
bile cansız maddelerden canlı bir hücre oluşturabilmek mümkün olamamaktadır.
Değil hücre, hücredeki proteinleri bile laboratuvardaki kontrollü bir deney
ortamında, canlı hücresindeki gibi bir verim ve başarıyla elde edebilmek
olanaksızdır. Bu yapıların tesadüfen oluştuğunu öne sürmek ise elbette ki akıl
dışı bir iddiadır. Canlılığın yaratılmış olduğu gerçeği çok açıktır.
Cardiff Üniversitesi'nden, Uygulamalı Matematik ve
Astronomi Profesörü Chandra Wickramasinghe hayatın tesadüflerle doğduğuna on
yıllar boyunca inandırılmış bir bilim adamı olarak karşılaştığı bu gerçeği
şöyle anlatır:
Bir bilim adamı olarak aldığım eğitim boyunca,
bilimin herhangi bir bilinçli yaratılış kavramı ile uyuşamayacağına dair çok
güçlü bir beyin yıkamaya tabi tutuldum. Bu kavrama karşı şiddetle tavır
alınması gerekiyordu... Ama şu anda, Tanrı'ya inanmayı gerektiren açıklama
karşısında, öne sürülebilecek hiçbir akılcı argüman bulamıyorum... Biz hep açık
bir zihinle düşünmeye alıştık ve şimdi yaşama getirilebilecek tek mantıklı
cevabın yaratılış olduğu sonucuna varıyoruz, tesadüfi karmaşalar değil.
(Chandra Wickramasinghe, Interview in London Daily Express, 14 Ağustos 1981)
Darwin Formülü
Gerçekler böyleyken, isterseniz evrimcilerin nasıl
saçma bir inanışa sahip olduklarını bir de çocukların bile anlayabileceği kadar
basit bir örnekle özetleyelim.
Evrim teorisi canlılığın tesadüfen oluştuğunu iddia
etmektedir. Dolayısıyla bu iddiaya göre cansız ve şuursuz atomlar biraraya
gelerek önce hücreyi oluşturmuşlardır ve sonrasında bu atomlar bir şekilde
diğer canlıları ve insanı oluşturmuşlardır. Oysa düşünelim; canlılığın yapıtaşı
olan karbon, fosfor, azot, potasyum gibi elementleri biraraya getirdiğimizde
bir yığın oluşur. Bu atom yığını, hangi işlemden geçirilirse geçirilsin, tek
bir canlı oluşturamaz. İsterseniz bu konuda bir "deney" tasarlayalım
ve evrimcilerin aslında savundukları, ama yüksek sesle dile getiremedikleri
iddiayı onlar adına "Darwin Formülü" adıyla inceleyelim:
Evrimciler, büyük varillerin içine canlılığın
yapısında bulunan fosfor, azot, karbon, oksijen, demir, magnezyum gibi
elementlerden bol miktarda koysunlar. Hatta normal şartlarda bulunmayan ancak
bu karışımın içinde bulunmasını gerekli gördükleri malzemeyi de bu varillere
eklesinler. Karışımların içine, istedikleri kadar-doğal şartlarda oluşumu
mümkün olmayan-aminoasit, istedikleri kadar da-bir tekinin bile rastlantısal
oluşma ihtimali 10-950 olan-protein doldursunlar. Bu karışımlara istedikleri
oranda ısı ve nem versinler. Bunları istedikleri gelişmiş cihazlarla
karıştırsınlar. Varillerin başına da dünyanın önde gelen bilim adamlarını
koysunlar. Bu uzmanlar nöbetleşe milyarlarca, hatta trilyonlarca sene
varillerin başında beklesinler. Bir insanın oluşması için hangi şartların
varolması gerektiğine inanılıyorsa hepsini kullanmak serbest olsun. Ancak ne
yaparlarsa yapsınlar o varillerden kesinlikle bir insan, elektron mikroskobu
altında kendi hücre yapısını inceleyen bir profesör çıkaramazlar. Zürafaları,
aslanları, arıları, kanaryaları, bülbülleri, papağanları, atları, yunusları,
gülleri, orkideleri, zambakları, karanfilleri, muzları, portakalları, elmaları,
hurmaları, domatesleri, kavunları, karpuzları, incirleri, zeytinleri, üzümleri,
şeftalileri, tavus kuşlarını, sülünleri, renk renk kelebekleri ve bunlar gibi
milyonlarca canlı türünden hiçbirini oluşturamazlar. Değil burada birkaçını
saydığımız bu canlı varlıkları, bunların tek bir hücresini bile elde edemezler.
Kısacası, şuursuz atomlar biraraya gelerek hücreyi
oluşturamazlar. Sonra yeni bir karar vererek oluşan bu hücreyi ikiye bölüp,
sonra ardı ardına başka kararlar alıp elektron mikroskobunu bulan, sonra kendi
hücre yapısını bu mikroskop altında izleyen profesörleri yaratamazlar. Madde
bilinçsiz, cansız bir yığındır ve ancak Allah'ın üstün yaratmasıyla hayat
bulur.
Bunun aksini iddia eden evrim teorisi ise, akla
tamamen aykırı bir safsatadır. Evrimcilerin ortaya attığı iddialar üzerinde
biraz bile düşünmek, üstteki örnekte olduğu gibi, bu gerçeği açıklıkla
gösterir.
Körü Körüne Materyalizm
Evrimin
tesadüfleri atomları öyle bir şekle sokar ki, atomlar sözde tesadüfen insan
gözünü oluştururlar ve o kapkaranlık yığının içinden ışıl ışıl 3 boyutlu, beş
duyulu bir dünyaya açılırlar. Üstelik bu öyle bir dünyadır ki 20. yüzyılın
teknolojisi dahi bu tesadüflerle canlanan atomların sahip olduğu görüntü ve ses
kalitesine ulaşamamıştır. Öyle ki en gelişmiş ses tekniklerini biraraya getirseniz
yine de insan kulağından çok daha ilkel bir kaliteye sahip olduklarını
görürsünüz. En gelişmiş görüntü tekniklerini toplasanız, insan gözünün sahip
olduğu görüntü kalitesini elde edemezsiniz.
Söz konusu teknoloji ürünlerinin
"tesadüflerle" değil, bilinçli mühendislerin bilinçli tasarımlarıyla
ortaya çıktığı açıkken, bunlardan çok daha kompleks olan canlılardaki
mekanizmaların tesadüflerle ortaya çıktığını savunmak bir saçmalıktır elbette.
Çünkü her tasarım bir tasarımcıyı ispatlar. Evrim, doğadaki büyük tasarımı ise
görmek istememektedir, çünkü bu tasarımı var eden Yaratıcı'yı, yani Allah'ı
kabul etmek, evrimcilerin önyargılarına ve ideolojilerine aykırı gelmektedir.
Tüm bu önyargı ve ideolojilerin temeli, materyalizm
olarak bilinen felsefedir. Materyalist felsefe, maddenin yaratılmadığını,
sonsuzdan beri var olduğunu ve madde dışında hiçbir gerçeklik olmadığını
varsayan düşüncedir. Allah inancına ve dine ise şiddetle karşıdır. Bu bilim
değil, bir felsefedir. Evrimciler ise bilime değil, söz konusu materyalist
felsefeye bağlıdırlar ve bilimi de bu felsefeye uydurabilmek için
çarpıtmaktadırlar. Harvard Üniversitesi'nden ünlü bir genetikçi ve açık sözlü
bir evrimci olan Richard Lewontin, bu somut gerçeği şöyle itiraf etmektedir:
Bizim materyalizme bir inancımız var, 'a priori'
(doğumla birlikte gelen) bir inanç bu. Bizi dünyaya materyalist bir açıklama
getirmeye zorlayan şey, bilimin yöntemleri ve kuralları değil. Aksine,
materyalizmle olan a priori bağlılığımız nedeniyle, dünyaya materyalist bir
açıklama getiren araştırma yöntemlerini ve kavramları kurguluyoruz. Materyalizm
mutlak olduğuna göre de, İlahi bir açıklamanın sahneye girmesine izin
veremeyiz. (Richard Lewontin, "The Demon-Haunted World", The New York
Review of Books, January 9, 1997, s. 28)
Evrimin Asıl Çıkmazı: Ruh
Yeryüzünde birbirine benzeyen pek çok canlı türü
vardır. Örneğin, ata ya da kediye benzeyen farklı türler olabilir. Böceklerin
de birçoğu birbirine benzer görünümlüdür. Fakat bu benzerlikler hiç kimsede bir
şaşkınlık yaratmaz.
Ancak nedense insanla maymun arasındaki bazı
yüzeysel benzerlikler, kimi insanlarda son derece ilgi uyandırır. Öyle ki bu
ilgi kimi insanları evrim teorisinin gerçek dışı senaryolarını benimsemeye
kadar iter. Oysa, bir maymunla bir insan arasındaki yüzeysel benzerlikler
hiçbir şey ifade etmez. Gergedan böceği ve gergedan da birbirlerine çok
benzerler, ama bu benzerliğe dayanarak birisi böcek diğeri memeli olan bu
hayvanlar arasında herhangi bir evrimsel ilişki kurmaya çalışmak komik olur.
Aradaki yüzeysel benzerlik dışında maymunun
insanlara diğer hayvanlardan daha fazla bir yakınlığı söz konusu değildir.
Hatta zeka açısından kıyaslanırsa, bir geometri mucizesi olan peteği üreten arı
veya bir mühendislik harikası olan ağı üreten örümcek insana maymundan daha
yakındır. Hatta bazı yönlerden üstündür bile...
Dahası, insanla maymun arasında çok büyük bir fark
vardır. Maymun sonuçta bir hayvandır, bilinç açısından bir attan ya da bir
köpekten farkı yoktur. İnsan ise bilinçli, irade sahibi, düşünebilen,
konuşabilen, akledebilen, karar verebilen, muhakeme yapabilen bir varlıktır.
Bütün bu özellikler de onun sahip olduğu "Ruh"unun işlevleridir.
İnsanla diğer hayvanlar arasındaki uçurumu doğuran en önemli fark da işte bu
"Ruh"tur. Hiçbir fiziki benzerlik, insan ile diğer bir canlı
arasındaki bu en büyük farkı kapatamaz. Doğada ruhu olan tek canlı insandır.
Allah
Dilediği Şekilde Yaratır
Peki evrimcilerin iddia ettikleri gibi bir senaryo
gerçekleşmiş olsa bile ne fark eder? Hiçbir şey... Çünkü evrimin öne sürdüğü ve
tesadüflere dayandırdığı her aşama ancak bir mucize eseri oluşabilir. Yani
canlılık bu aşamalarla meydana gelmiş olsa dahi her aşama ancak bir yaratılış
sayesinde gerçekleşebilir. Tesadüflerle bu aşamaların gerçekleşebilmesi asla
mümkün değildir.
İlkel atmosferde bir protein oluşmuşsa bunun
tesadüfen oluşamayacağı olasılık kanunları, biyoloji ve kimya kanunları ile
kanıtlanmıştır. Fakat mutlaka oluştuğu iddia edilirse, o halde onu bir
Yaratıcı'nın yarattığını kabul etmek dışında başka bir alternatif yoktur. Aynı
mantık evrimcilerin öne sürdüğü bütün tezler için geçerlidir. Örneğin
balıkların sudan karaya çıkıp kara canlılarını oluşturduğuna dair ne
paleontolojik bir kanıt vardır, ne de fizik, kimya, biyoloji ve mantık
kuralları böyle bir geçişi doğrulamaktadır. Fakat mutlaka "balıklar karaya
çıktı sürüngenlere dönüştü" denilecekse, bunu diyen, ancak bütün
kuralların ve kanunların ötesinde, "Ol" dediğinde dilediğini var eden
üstün bir Yaratıcı'yı kabul etmek zorundadır. Bunun dışında bir düşünce kendi
içinde çelişir ve hiçbir mantık kuralıyla bağdaşmaz.
Gerçek çok açıktır. Tüm canlılık çok kusursuz bir
tasarımın, çok üstün bir yaratılışın ürünüdür. Bu ise bizlere bir Yaratıcı'nın
varlığını, hem de sonsuz bir güç, bilgi ve akla sahip bir Yaratıcı'nın
varlığını ispatlar.
O Yaratıcı, göklerin, yerin ve ikisi arasında
bulunanların Rabbi olan Allah'tır.